Yaşamsal Manifesto

MAKALE

Barış KABALCI

 

YAŞAMSAL MANİFESTO

Yaşamak deyince tutunmak gelir aklıma ilkin. Hayatın serseri yakasını kavramak ya da uzatmak elini hayatın görünmeyen ama hissedilen kokusuna, rengine, acısına, tatlısına, güzelliklerine ve de çirkinliklerine… Sıcak bir yaz güneşinin ısıttığı umutlar, sonbaharda sararan yaprakların ürperten hüznü, kış perilerinin işitemediğimiz şarkılarını söyleyerek gökyüzünden serpiştirdiği kar ve insana her bitişin aslında yeni bir başlangıç olduğunu haykıran ilkbaharın gelinlikler giydirdiği nazlı, alımlı çiçek açmış ağaçları. Yaşamak, ölümle beraber yan yana bize eşlik eden hayatı önemsemek; yaşamak ciğerlerinle değil ruhunla da nefes almaktır.

Farkında olduğun kadar yaşarsın bence. Gökyüzünün maviliğinin sonsuzluğa açılan uçsuz bucaksız bir kapı olduğunun farkındaysan anlamlıdır gökyüzü senin için. Perde inmişse gözlerine, ağırlaşmışsa kulakların ve hissedemiyorsa yüreğin, hayata dair tüm kapılar daralır ve belki de bir daha açılmamak üzere bir tokat gibi kapanır insanın suratına. Sonrasında hayatın tatsızlığından, renksizliğinden, insanların güvenilmezliğinden dem vuran arifane(!) sözcüklerden başka ezberi kalmaz -Friedrich Nietzsche’nin “insancıklar” dediği- insan kardeşlerimizin.

Hayatın eskiye nazaran kolaylaştığı; lakin yaşamanın gün geçtikçe biraz daha  güçleştiği günümüz dünyasında şikayet ettiğimiz bu zorlukların gerçekte var olup olmadığı, kendimizden uzaklaşarak, medeniyetin(!) gönüllü birer paryası olup kendi elimizle yaşamımızı çekilmez mi kıldığımız(?) sorusu takılıyor aklıma.

Tüm insanlığı ilgilendiren böylesine ağır ve belki de bunaltıcı sorularla can sıkmak istemem. O yüzden bu giriş yazısından hareketle konuyu üzerinde yaşadığımız Anadolu’nun garip, masum ve küskün memleketi olan Andırın’a getirmek istiyorum. Andırın’da yaşayan insanlara ve bu topraklarda yetişerek, bu memleketin çocuğu olup Türkiye’nin bir çok yerinde hayatlarına devam eden  aziz hemşehrilerimize -belki de haddimi aşarak-, seslenmek niyetindeyim.

Gerek Andırın’da yaşayan gerekse yayla döneminde bir araya gelebildiğimiz saygıdeğer büyüklerimden eski Andırın yaşantısı üzerine dinlediklerim her zaman ilgimi çekmiştir. Andırın’ın yetiştirdiği bir çok saygıdeğer insanın küçücük ve imkanları kısıtlı bir bölgede nasıl kendilerini bu kadar iyi yetiştirdikleri ve böylesine derin bir bilgi birikimine, kültür donanımına sahip oldukları sorusu aklımı epeyce meşgul etmiştir. Bu soruya kendimce verebileceğim cevap şudur:

Andırın’da nesilden nesile aktarılan köklü bir kültür birikimi “diz dibi kültürü” dediğimiz anlatılarla, insanlarımız, ciddi bir hayat okulunda okumuştur. Ve bu okulda edindikleri “hayat bilgileri”, bir çok kişinin geleceğe bakışında geniş bir ufkun belirmesinde, esas temeli oluşturmuştur. İkinci bir husus; Andırın’ın geçmişteki saygıdeğer, arif öğretmenlerinin meziyetleri ve üstün gayretleridir. Andırın geçmişinde sahip olduğu eğitimci niteliği açısından şanslı, belki de eşsiz denebilecek bir konumdadır.

Andırın eşsiz doğal yapısını giderek kaybettiği gibi, sahip olduğu engin kültür birikimini de hızla tüketmektedir. Bu durum, tüm Andırınlılar için telafisi olmayan bir sonun başlangıcıdır. Andırın’da görev yapan bir eğitimci olarak üzülerek belirtmek isterim ki; Andırın çocuklarına çağa uygun eğitim verebilecek imkanların gün geçtikçe gerisinde kalmaktadır. Bu eksiklik ilerleyen zamanlarda tedbir alınmadığı takdirde,  çok daha belirgin verilerle kendisini hissettirecektir. Buradaki eksik gördüğüm husus devletin sağladığı imkanların yetersiz olduğu anlamında değerlendirilmemelidir. Andırın’da yeterince derslik ve eğitimci mevcuttur. Sorun “kişisel düşünceme” göre nicelikle değil, nitelikle ilgili bir sorundur. Andırın’da eğitimine başlayan çocukların yukarıda bahsettiğim dizdibi kültüründen yoksun olarak okullara geldiğini ve giderek ufuklarının daraldığını düşünmekteyim. Bu düşüncelerime katılmayan eğitimcilerimizin aksi görüşleri varsa, bu görüşlerini bizlerle paylaşmaları, düşüncelerimizin netleşmesi açısından oldukça faydalıdır. Burada amacım birilerini suçlamak değil, elimizde delilleri olan bir gerilemeye dur demek için çareler üretebilmektedir. Andırın’da son zamanlarda gençlerin nelerle uğraştığının sosyolojik bir araştırması yapılmalıdır. Yeni açılan kahvehaneler ve internet kafelerin sayısının hızla artması düşündürücüdür.

Fiziğin temel yasalarından olan “Tabiat boşluk kabul etmez” ilkesi, bence yaşamın da temel ilkelerinden biridir. Sahipsiz bırakacağımız gençlerin yaşamındaki boşluğu mutlaka birileri ve bir şeyler dolduracak ve bu gençlerimizin zararlı fikir ve eylemlerinin bedelini, mutlaka toplum olarak hep birlikte ödeyeceğiz.

Üzülerek belirtmeliyim ki, bir çok güçlüğü aşarak; özverili çabalarla açılan öğretmenevi, bugün daha önce olduğu gibi erkek öğretmenlerimizin boş zamanlarını değerlendirdikleri bir kahvehane görüntüsü sergilemektedir. Aynı anda bir çok kişiye hizmet verebilen donanımlı bir oyun salonu olan öğretmenevinin, kapsamlı bir kütüphanesinin olmaması üzücüdür. Bu eksikliğe karşı eğitimci arkadaşlarımızın herhangi bir tepki göstermemesi ve  bir kütüphane talebinde bulunmaması herkesin kişisel takdirine kalmış bir husustur. Burada birilerinin eksiklerini eşelemek gibi bir niyet içinde değilim; fakat Milli Eğitim Bakanlığı tarafından tavsiye edilen ve çocuklarımızın geleceğe dair aydınlık bir düşünce dünyasının oluşmasında hayati önem arz eden, 100 temel eseri okumadan, öğrencilerimize okutmaya çalışmamız; akıntıya karşı kürek çekmekten öteye gitmeyecek faydasız bir uğraş olacaktır.

Andırın’da yetişen ve şu an Türkiye’nin bir çok bölgesinde yüksek makamlarda hizmet eden saygıdeğer büyüklerimizin, Andırınla ilgili eksiklere eğilip, çözüm arayışında ortak bir birliktelik sergilemeleri bence bir lütuftan ziyade vicdani bir sorumluluk olarak değerlendirilmelidir. Takdir edersiniz ki; bir memleketin toprağında yetişip, sonrasında yetiştiğimiz toprağa sırtımızı dönmek,sorunları görmezden gelmek, açık bir vefasızlık örneğidir. Ayrıca dışarıdaki büyüklerimizin Andırınla bağını devam ettiren (Anne-baba, kardeş, yeğen, amca, dayı) bir yakınlık derecesi mevcuttur. Andırınlı iş adamlarımız bir araya gelerek, yapacakları mütevazı bağışlarla çocuklarımızın bir çok eksiğini kapatabilirler. Andırın’ın yetiştirdiği bürokratlarımız, bizlere yeni yayımlanan kitaplar gönderebilir, biz eğitimcilerin ufkunu açacak olan akademisyenler, bilim adamları, yazar ve şairlerle bağlantı kurup; bizler için konferans verdirebilirler. Bugüne kadar böylesi bir eksikliğin ezikliğini yaşayan bir eğitimci olarak; böylesi faaliyetlerin neden bu ilçede gerçekleştirilemediğine bir türlü anlam veremiyorum. Andırınla ilgili elimizde bir çok veri, folklorik derleme ve belge bulunmasına rağmen bu konuda derli toplu tek bir yayınımız olmaması, çok önemli bir eksiktir. Bu konuda mutlaka adım atılmalıdır.

Andırın’ın aydınlanması ve geleceğimizin sağlam temeller üzerine bina edilebilmesi amacıyla bir komisyon kurulmalıdır. Türkiye’nin bir çok şehrinde örgütlenmiş olan sivil toplum örgütlerinin böylesine bir amaca hizmet etmekten daha kutsal bir ortak noktası olamaz. Bu konuda Andırınlı Demokratik Kitle Örgütleri iletişim içinde olmalıdır. Bu birliktelik tamamen bir gönül birlikteliği olmalı ve hiçbir çıkar beklentisi içerisinde olmayan; güvenilir, samimi, dürüst bir birliktelik gerçekleştirilmelidir. Bu konuda yapılması gereken en önemli iş, iletişim içinde olmaktır. Bu iletişim, Tirşik Dergisinde açılacak yeni bir “MESAJLAR” sayfasıyla gerçekleştirilebilir. Bu sayfayla ilgili bir mail adresi ve telefon numarası Tirşik Dergisi yöneticileri tarafından bir an önce verilmelidir.

Andırın’ın sorunları, Andırın’da yaşayan halkı bu çare arayışlarının içine katmadan çözülemez. Yeni dönem belediye başkan adaylarının, Andırın’ın aydınlanması, kültürel kalkınma, turizm yatırımları, çevre düzenlemeleri(Sorunları) ile ilgili atılımlar, eğitim vb. konularla ilgili projelerini kamuoyuyla paylaşmaları son derece önemlidir. Bu zamana kadar mevcut belediye başkanlarımızın hiç biri, adaylık dönemlerinde böyle bir paylaşım içine girmedi. Acaba belediye başkan adaylarımızın böyle bir projesi olacak mıdır? Bu Andırın’ın siyasi portresini kökten değiştirecek devrim niteliğinde bir yenilik olacaktır. Kamuoyu seçeceği başkanından neleri gerçekleştireceği konusunda bilgi almalıdır. Bu demokrasinin gereğidir. Sivil toplum örgütleri olarak; hesap sorabilmek için, öncelikle bizlere nelerin söz verildiğini bilmek hakkımızdır.

Andırın halkının ve özellikle “Andırın esnafının” çocuklarının geleceğiyle ilgili hangi kaygılar içinde olduklarını, açıkçası bilmek isterdim. Şurası bir gerçektir ki;gerekli eğitimi almamış bir çocuk, babasının kendine bırakacağı kabarık bir mirası kısa sürede tüketebilir. Bence bir çocuğa bırakılacak en büyük miras, çocuğun eğitimi için harcanacak kaynaklar, çocuğa sunulacak eğitim imkanlarıdır. Burada örnek vermek istemiyorum; fakat bir çok esnafımızın eğitimci arkadaşlarımızın gerçekleştirmek istedikleri sosyal ve kültürel faaliyetler için talep ettikleri küçük katkılara bakışı ortadadır. Andırın’da ticaret yapan bir çok esnaf, bu anlamda sosyal ve insani sorumluluklarından kaçınmıştır ve kaçınmaktadır. Bu konuda duyarlılık gösteren teşekkür edilmesi gereken Andırınlı esnaflar ve iş adamları yok değildir. Fakat her konuda o kişilerden yardım istenmesi, o insanların da iyi niyetlerinin törpülenmesine neden olmaktadır. Bu konuda paylaşımcı olmak; hem yükü azaltacak hem de daha güzel işlerin yapılmasına vesile olacaktır.

Bu yazıya başlarken, geleceğe dair umut dolu, gülücükler saçan, sıcak cümleler kurmak niyetindeydim; fakat “Kurşun atılan yerde şarkı söylenmezmiş.” En azından benim için yazması, sizler için de okuması oldukça yorucu olan bu yazının sonunda, böylesi dileklerimi ifade etmek fırsatım var sanırım. Hepimiz adına; umut dolu, sıcak, gülen ve güldüren gönüllere sahip olmak dileğiyle, saygılar...