Andırın’da Lokantacılık Kültürü
Deneme
Hüsnü KARCI
ANDIRIN’DA LOKANTACILIK KÜLTÜRÜ
Toplumlarda döngüler, rabıta ile hayatın akışkanlığını sağlarlar. Alış veriş kültürü de tekrarı olan döngülerden biridir. Hayatımızı idame ettirmek adına, yaşamsal anlamda, yaşamımızın kolaylaşması anlamında üreten-satan-tüketen döngüsü içerisinde vücut bulur…
Esnaf dediğimiz kesimler de yaşamımız boyu karşılaştığımız, içinde olduğumuz döngünün bir parçasını teşkil ederler. Türklerde esnaflık geleneği, 1300’lü yıllar itibariyle Ah-i Evran’la olgunlaştı. Ahlaki değerler çerçevesinde bir takım esaslarla ete-kemiğe bürünerek bütünlük kazandı. Kayda geçen, yürürlükte olan esaslar; halkı aldatmayan, malın kalitesinde ve tartımında hile yapmayan, müşterisini güler yüzle karşılayan, doğruluktan şaşmayan, yalan söylemeyen, işinde ehil; eline, beline, diline hakim olan kişilerden seçilir ve bu kişiler esnaflık kültürünün duayenlerinin icazet alarak kendi müesseselerini açmaya ve esnaflık yapmayı hak kazandırılırdı.
Esnaf olmak yolunda istek duyanlar, ustalarının, komşu esnafların, ahalinin sıkı gözetim ve denetim süzgecinden geçerlerdi.
Hal böyle olunca ahali de ihtiyaçları için güvenle, aldatılma kaygısına düşmeden, gönül rahatlığı ile alış verişlerini yaparlardı.
Çalmanın-çırpmanın-hile yapmanın-aldatmanın kol gezdiği, alışkanlık haline gelerek çoğaldı günümüzde, anılan dönemlerdeki geleneksel esnaflık kültürünü yaşatmak kolay olmasa gerek.
Bir ülkenin esnaf kesimi anılan nitelikleri taşıyor, yaşıyor, yaşatıyorsa; alanı-satanı-tüketeni; kısacası bütün kesimleri alış verişlerden kazançlı çıkıyor demektir.
Gençlik/öğrencilik yıllarımda , yukarıdaki tanımlarla özdeşleşen bir esnaf kültürü vardı. Bunların en bariz olanı, göze çarpanı lokantacılık esnafı idi. Andırın, küçük bir ilçe olmasına rağmen, lokantacı esnafının geleneksel yemekleri üretme ve sergilemedeki maharetleri, yerel yemek çeşitliliği; varsa yöreye has özellikli yemeklerin devamlılığının sağlanması, yemeklerini güzel hitap, eda, güler yüzle o günün menüsünü yoldan geçenlere duyurması, davette bulunması gibi özellikler beni hep etkilemiştir.
Kadirli Yolu’ndaki Durmuş Çıngıl lokantası, esnafın olduğu kadar, öğrencilerin de çokça uğrak yeriydi. Çıngıl, lokantasının önüne çıkar, günün yemek çeşitlerini seri ve edalı söyleyişle yoldan geçenlere duyururdu. Çıngıl’ın lokantasında kuru fasulye ve pirinç pilavı yemenin tadı başkaydı. O zamanlar ürünlerin hammaddeleri ne geni değişmiş, ne ilaç yemiş, ne de fenni gübreyle büyütülmüş ürünlerdi. Her şey tabii olduğundan yemeklerin, ekmeklerin kokusu on metrelerce uzaklarda duyulurdu.
Andırın’da, bu kültürü/geleneği yaşatan birkaç esnaf vardı. Çağlayan lokantası (Hacı Hasan Durmuş), Kanaat lokantası (Ahmet Gök), Durmuş Çetin, Nadir Çetin, Durmuş Çıngıl, Celil Dalkıran gibi esnaflar işletmeciliğini yaptıkları lokantalarıyla karakter olarak bütünleşmişlerdi adeta. Esnaf yönleri bir tarafa, kişilikleriyle de kendilerini sevdirmişlerdi. Eski işletmecilerden Celil Dalkıran hala sevilen-sayılan bir esnaf olarak geleneksel lokanta işletmeciliğini sürdürmekte. Müşterilerine karşı hep güler yüzlü, mütevazi ve cömert.
Andırın; küçük bir ilçe olmasına rağmen, büyük şehirdeki lokanta işletmeciliğini aratmayacak nitelikte işletmecilik anlayışına sahipti. İşletmecisi, ustası, garsonu büyük şehirlerde çalışarak işi ve işleyişi öğrenmiş, öğrendiklerini her bakımdan kendi işletmelerinde tatbik etmenin gayrete içerisindeydiler.
İşletmecilik dedimse, sadece yemek üretimi anlamında değil, esnafın müşteriye karşı olan güler yüzle karşılamasından tutun da organizasyon anlamındaki becerileri; patronun ustalarına, garsonlarına, mutfağa doğru melodik hoş seslenişleri ile de bir âlemdi. Patronun yanında veya görünür-hakim bir yükseklikte duran Radyodan yayılan müzik yayını ile de , (çokça Türk Halk Müziği ve Klasik Türk Sanat Müziği yayınları idi) yenen yemeklerin tadı mekan ve insan duygusu ile birleşerek damaklarda kalırdı. Öyle ki, lokantada yenen yemeğin tadı, hanımlara nazire olsun diye eşler tarafından ballandıra ballandıra anlatılırdı…O günlerde, lokantada yemek yemek, sosyal statünün bir parçası gibi de algılanırdı. Mahkemede işi olanlar, alış veriş için şehre inenler, tarla takım satanlar, bankadan para çekenler, ay başlarında maaşlarını alan memur taifesi, paralarını ceplerine indirdiklerinde ilk iş olarak lokantaya uğrak verir, lezzetli yemek yemenin doyumuna varırlardı.
Eskiden motorlu ulaşım araçlarının fazla olmadığı zamanlar, yaya ve/ veya binek hayvanlarıyla ilçeye gelenlerin bazıları, işlerinden dolayı köylerine dönmekte geç kaldıklarında akşam yemeklerini lokantada yerlerdi. Lokanta işletmecisi de hatırlı müşterilerini yemek sonrasında evine davet eder, ev ortamında yadsılık olarak adlandırılan çerez, meyve gibi yiyecekler yenir, çaylar içilir, hal ve ahval üzerine gecenin geç saatlerine kadar uzun –koyu sohbetler yapılırdı.
Geçmiş dönemlerdeki lokanta isimleri belleğimizde hoş çağrışımlar yapardı. Mesela; Bol Kepçe Lokantası, Şehir Lokantası, Merkez Lokantası,ya da bilmem ne ustanın yeri gibi.
Lokantacı esnafı, karşılıklı olarak ayda bir birbirlerinin mekanlarını ziyaret eder, dostça, samimi bir şekilde ağırlanarak kadirşinaslık örneğini gösterirlerdi. Birbirlerinin yemeklerini yerler, sonrasında sohbet ederek meslekli açlıklarını da gidermiş olurlardı.
Paça çorbası, hâlâ sabahları içilen çorbaların en hasıdır. Sağ olsunlar, Celil Dalkıran ve Nuri Çıngıl(41 yılı geride bıraktı) gibi esnaflar paça çorbası geleneğini sürdürmekteler. Andırınlılar, bu ustaları kaybettiklerinde çorbamızın akıbeti ne olur, orasını tahmin etmek zor gerek..
Yakın zamanımıza kadar süre gelen bu kültürü bir lonca geleneğinin yansıması olarak adlandırmak mümkün.
Lokanta esnafı hoş edaları, güler yüzlülüğü, pratikliği, dinginliği ve ahlakları gereği toplumun hayranlığına mazhar olmuş kimselerdi. Herkes tarafından bilinir / sevilirlerdi.
Lokantalarda bir de şark köşesi olurdu. Şark köşesi; özel misafirlerin ağırlandığı, sohbetlerin yapıldığı köşelerdi. Şark köşesinde kilim, heybe, hızman, çakar almaz tüfek, geyik boynuzu ve hayvan postu gibi aksesuar bulunurdu.
Kimi lokantaların kendine münhasır özellikleri de vardı. Örneğin; lokanta sahibi av ve avcılığı meraklı ise, avcılarla şark köşesine oturur, hep ‘av’dan konuşurlardı… Çokça keklik ve turaç avından bahsederlerdi., Kimi lokantalar, ilçenin ileri gelen sivil ve memurların (hakim, savcı, kaymakam ve diğer daire amirlerinin) müdavimi oldukları yerlerdi. Kimi lokantalar, köylü vatandaşların damak tadına ve bütçesine uygun lokantalardı. Kimi lokantalar, palavracıların uğrak verdiği yerlerdi. Palavracının geldiğini duyanlar, damak tadının üstüne bir de mizahın doyumsuz tadına varırlardı.
Lokanta sahibinin kasa işlevini gören dar masaları olurdu. Masa ustayla iletişim kurmak adına yönü mutfağa dönük olurdu. Masanın arka duvarında lokanta sahibinin ya da ilk sahibinin (aileden biri) siyah/beyaz resmi asılı olurdu. Mutfak bölümü yarı görünür baklava dilimli ahşap perdelemeli olurdu. Lokanta duvarları artist resimleri, doğa ve/veya hayvan figürlü dokumalarla süslenirdi ya da soluk bir keklik resmi dikkat çekerdi.
Keklik dedim de, Durmuş Çıngıl,ın dükkanının önünde kafes içerisinde sürekli bir keklik olurdu. Kekliğin ötüşü, müşterilerin dikkatini çekerdi. Kekliğin olmadığı zamanlarda ise Çıngıl kağıttan boru yaparak, keklik sesini taklit ederek müşterilerinin dikkatini çekerdi.
Ne güzel hasletlerdi bunlar, değil mi?
Şimdilerde böylesi esnaf ahlakına-kültürüne ve işletmeciliğini arar olduk. Belki, bu anlattıklarım, 30 yaş altı için pek algılanmayabilir ama, 30 yaş üstü hemşerilerimiz hatırlayacaklarını tahmin ediyorum.
Gerçekten Andırın’a yaraşır böylesi lokantalara gereksinim duyulmakta. Ailece yemek yenebilecek, misafirlerinizi övünçle ağırlayabileceğiniz temiz- nezih ortamlara yeniden hayata geçirilmeli. Geleneksel-yöresel sulu yemek kültürünü yaşatacak esnaf nitelikli müteşebbislere ihtiyaç duyulmakta. Kim ya da kimler böylesi bir işletmecilik anlayışıyla kolları sıvayıp yola çıkarsa, kazançlı çıkacaklarından eminim.
Eski güzellikleri hatırlayarak, güzel düşler kurmak ne güzel!