Yayla Çagrısımları

Makale

İsmail ARSLAN

YAYLA  ÇAGRISIMLARI

Tirşik Dergisinin 2018 yılı ilkbahar sayısında,  YAYLA  temasının seçildiğini duyurdu Narinoğlu. İsabetli bir seçim, yaylalık özelliği, Andırın’ın  zenginliğidir. Ekonomik, sosyal, kültürel açıdan en büyük değeridir.

1945 yılında Andırın’ın Balk yaylasında bir karaçadırda doğmuşum. Babam ve yayla komşuları Andırın’da kutlanan 30 Ağustos bayramının coşkusuna katılmak için gitmişler. Atı olan atıyla, olmayanlar dizime kuvvet deyip koşmuşlar ulusal coşkuya katılmak için. O kuşak o bayramların hangi bedeller karşılığında elde edildiğini yaşayarak öğrenmişlerdi. Katılmamak olur muydu? Yayla çadırındaki tüm erkekler  bayram coşkusunu paylaşırken Anacığım beşinci çocuğunu doğurmak için sancılanmış. Eli hünerli mantuvar yürekli kadın bacılar deneyim ve ferasetleriyle anacığıma ve bana zarar vermeden sağ – salim kesmişler göbeğimi. Ben bir yayla çocuğuydum ve gözümü yayla çadırında açmıştım.

Daha on yaşına basmamıştım. Andırın’ın bir başka yaylası Sisne Köyü’nün karşısındaki dağlarda Karayuvalı yaylasına kurmuştk karaçadırımızı.. Anacığım bu kez dokuzuncu bebeğini dünyaya getirecekti .Güz gelmiş komşuların çoğu köylerine dönmüştü. Anam çok hastaydı ve doğuracaktı. O durumda bizi yalnız bırakmak istemeyen bir kaç  vefalı komşumuz ve acılar- ağrılar içinde kıvranan anam,bir şeyler yapabilme telaşı ve çaresizliği içindeki babam ve biz çocukları kalmıştık geriye. At sırtında göç yoluna çıkmamız mümkün değildi. Doktor yok, ebe yok, işi bilen eli hünerli kadınlar yok. Uçan kuşlardan medet umuyoruz ki babam bana biraz bozuk para verdi, mendilimin ucuna çıknladım, Sisne köyünün bakkalında Aspirin Gripin gibi ağrı –acı dindirecek ne bulabilirsem kapıp dönmem söylendi. Sisne’ye doğru çevik adımlarla yel gibi uçuyorum. Anamı, doğumu, ağrıyı, acıyı unutmuşum. Kendi kendime ırgalanıp türkü çağırarak , para çıknladığım mendili sallayarak, gönlümce dünyalar kuruyor, dünyalar  renklendiriyorum.. Köyün girişinde akan Körsulu Çayı’ndan geçerken mendilin düğümü çözüldü, anama ilaç almak için verilen o paralar suyun akıntısı içinde kaybolup gitti. Ne kadar aradım ve ne kadar dövündüm bilemem. Anamı o gece kaybettik. Düşlerimde ben hep o paraları aradım. Tıbbın nimetinden bir aspirin bile nasiplendiremediğim anacığımın huzuruna nasıl çıkarım diye kendimi hep suçladım. Narinoğlu ” Tirşik Dergisi’nin bu sayısında ana temamız Yayla olsun” deyince..Bir türlü unutamadığım kronik yaram yeniden depreşti.

Yayla  algısı  bende ve benim gibi nice hemşehride kimbilir ne çağrışımlar  yaratır.26 yaşında genç bir öğretmendim, gönlüm bütün güzelliklere nişanlıydı. Kızılcaova yaylasındayız çadırla. 47 yıldır bir yastığa baş koyduğum, çocuklarımın anası ve beş torunumun sevgili ninesi eşimi Gülseren’imi yayla pınarının başında görüp aşık olmadım mı ve elinden içtiğim bir tas pınar suyu ile yürek yangınımı serinletmedim mi?

Yayla algısı, yalnız bende mi çağrışımlar yaratır ki? Başı duman duman karlı dağlarda ılgıt ılgıt yel olup bir destan misali güzeller peşinde çağlayarak sel olmaz mı Karacaoğlan?

“Kalktı göç eyledi Avşar elleri/ Ağır ağır göçen eller bizimdir./Arabatlar yakın eder ırağı/ Yüce dağdan aşan yollar bizimdir./diyerek Dadalğlu sazının teline dokunup, güzellere kostaklanıp, Osmanlı’ya kafa tutmaz mı?

Andırın’ımızın 19. Yüzyıldaki sesi-soluğu ; şiirleri Çukurova’ya inince Karacaoğlan’a mal edilen lirik şairimiz Beşbucaklı Aşık Kul Halil, yaylalara göç mevsimini iple çekmez mi? Yayla  mevsimi geldiğiğnde: “ Yaz gelip de beş ayları doğunca/Gövermiş ovalar ekin mi ola/ İçmişim doluyu bulanır gönlüm/ Şu ötüşen kuşlar sökün mü ola. / Demez mi?

Yüzyıllardır aşıklarımız renkli, ışıklı dünyalarında akıp giden coşkuyu, öfkeyi, sevgiyi , acıyı, güzeli ve güzelliği dile getirdiler.Bu toprağın rengini, ışığını ,kokusunu, derdini, mutluluğunu, dili ve teli ile seslendiren adı bilinen,bilinmeyen nice ozanlar gelip geçti Anadolu yaylasından ,Toroslardan, Kazanpınarından, Meryemçil’den, Çinçin’den. Ozanlarla birlikte bilinmez sonsuzluğa akıp giden nice türküler, ağıtlar, öyküler, söylenceler kaldı geriye.

Çukurova’dan kaldırdığı turnaları göç güzergahını sayarak Andırın yaylalarından gerçirir ve O dönemde Andırın’ın da bağlı olduğu ilçe merkezi Göksun yaylalarına indirir Kul Halil.

 

Yekin turnam yekin koca Payas’tan

Yükün tutsan Kumkaleden, Ayas’tan

Yedi avcı gelmiş kilis’te, Has’tan

Atılmayın şu Ceridin salına

 

Ceyhan’da eğlenin sıcak kızıncak

Çığ vurup da katarını dizincek

Arkası Hemite önü Üzücek

Yüksek geçin Andırın’ın çölünü

 

Kumkalesi bahçeleri bağları

Üzücek’ten görülüyor dağları

Andırın’ın şu vefasız Beyleri

Doğru göster Haştırın’ın yolunu.

 

Haştırın’dan Akkale’ye dönelim

Kurucova Azgıt bade sunalım

Dolaşarak şol Geben’e inelim

Issız buldum oraların gölünü

 

Çinçin derler bir yellice Bel imiş

Meryemçil de hasbahçede gülimiş

Göksun derler güzeli bol elimiş

Kul Halil’im mekan tutsun elini.

 

Kul Halil, Her ne kadar Andırın’ın Beşbucak köyünde yerleşik bir yaşam sürse de Türkmenlere özgü göç geleneği gönlünden söküp atamadığı bir eski sevdadır ki işte buna dayanamaz.Yaz bahar ayları gelip de göçün ucu görününce içinde sessizce akan o dingin ırmak köpürür, delirir, coşar. Bir deli sevda seline dönüşür ki sevdalar güzeli.Yazın Toroslarda, Binboğalarda, Sarız’da , Uzunyaylada ve kışında Çukurova’dadırlar.

Ak çağşaklı koyaklardan süzülen çaylarda  alabalıkların oynaştığı, Kayalardan kayalara ürkek ceylanların sekiştiği, Gelin tülü berraklığında köpüklü suların akıştığı, mantuvarların, yavşanların, çiğdemlerin ve binbir türlü çiçeklerin kokuştuğu; göğe ağan bedenlerinde ak petekli püren balları damlayan köknarların sızlaştığı; eli kınalı gelinlerin ak gerdandan düğmeler çözerek koç yiğitlerle oynaştığı; gök boncuklu tazılarla arap atlı , eli kuşlu beylerin ceren kovduğu yaylalar Kul Halil’in gönlünü bulandıran sevdalı türkülerdir

Dinleyin de birem birem söyleyim

Yüreğime bir od düştü gaziler

Esti seher yeli dosta gidelim

Eli göçmüş ıssız kalmış yazılar.

 

Türkmen eli yaylasına göçtü mü

Gün burnuna Ceyhan Suyun geçti mi

Düşürümü Haştırın’a çeşti mi

Katarında tor mayalar bozular.

 

Benim dostum giydim’ola alları

Halbur’dan sınak’tan Geben elliri

Soğuk olur Meryemçil’in belleri

Eser poyraz çam dalları sızılar.

 

Anam atam bu illerden gitti mi

Evin bozup çadırını yıktı mı

Bütün millet murazına yetti mi

Benim gönlüm yaylaları arzular.

 

Kul Halil’im der sevdası batma mı

Ördekli’den Sarıkız’a gitme mi

Kayapınar kıblesine akma mı

Konun dostum pınarların gözüne.

 

Türkmen ve göç güzelsiz olur mu? Türkmen kilimleriyle süslenmiş mayalar üstünde allı yeşili, bin bir kır çiçeği desenli yazma bağlı, zülüfü yağlı güzellerin göz süzerek geçişi aşık yüreğine saplanan bir oktur ki güzeller övücüsü ve güzellemeler ustası Kul Halil, işte buna dayanamaz.

 

Şu göçen ellerde gördüm bir güzel

Yüzleri yaylanın karı mı bilmem

Geldi geçti hiç aslını sormadık

Şorda bir kötünün yari mi bilmem.

 

Geldi geçti hiç aslını sormadık

El bağlayıp divanına durmadık

Giyinmiş kuşanmış gözler görmedik

Al mıdır,yeşil mi sarı mı bilmem.

 

Eğdirmiş kametin bükmüş boynunu

Taramış zülfünü açmış aynını

Ayva turunç mekan tutmuş koynunu

Kokar güller gibi teri mi bilmem.

 

Halil’dir ismim de aşıktır adım

Dağıma kar yağdı kalmadı tadım

Verdiler bir güzel ben almam dedim

Gezerim ziyanda karımı  bilmem.

 

Yayla mevsimi,  gençlerin, güzellerin buluşma, tanışma mevsimidir. Kanların deli deli akıştığı, yayla çiçeklerinin kokuştuğu ve sevgililerin uğrun uğrun bakıştığı mevsimdir.O günler gelir de Kul Halil’in aşık yüreği kıpır kıpır etmez mi?

Yine esti muhabbetin yelleri

Açtıkça düz gelir falı yavrunun

Al varıyor Harboğazı yolları

Parlayıp gidiyor alı yavrunun

 

Çaputlu’dan Haştırın’a göç çeker

Şu dertli sinemi odlara yakar

Girdim bahçesine mis gibi kokar

Tomurcuk tomurcuk gülü yavrunun

 

Akkale’den uğradın mı Çınar’a

Kon Kazanpınar’a zülfünü tara

Elim yetmez haber salam o yare

Şekerler döküyor dili yavrunun

 

İncedir beli de usuldur boyu

Seherden geçtiğin Geben’in suyu

Bugün konalgamız Meryemçil deyi

Oğul balı verir balı yavrunun

 

 

Göçer Meryemçil’den Çinçin’i aşar

Hande deli gönlüm kaynayıp coşar

Taşoluk’tan öte Göksüne düşer

Çalkanır Göksun’da gölü yavrunun

 

Kul Halil’im bahçasında bağında

Yedi avcı gider seher çağında

Bu gün sevdiceğim Konur Dağında

Abaza baz olmuş eli yavrunun.

 

Andırın yaylaları içinde Meryemçil, yaylası, yaylaların hasıdır, denir. Yüksektir, nemsizdir, havası kuru, suyu durudur.Ağalar, beyler yaylasıdır. Meryemçile kadar gitmeye her babayiğidin gücü yetmez.

Andırın’ın en saygın ağası Yaycıoğlu Hacı Durdu Ağa’nın ölümü üstüne ağıtlar yakılır, yakılır ya Hacı Durdu Ağa’nın özelliğini vurgulamada Meryemçil Yaylası anılmazsa eksik olmaz mı?

 

Odasında kandil yanar

Hacı hizmetine döner

Sekiz bozu dokuz tülü

Evi Meryemçil’e  konar

 

Göçer Meryemçil Belinden

Kim tutar benim elimden

Sızılaşman kuzularım

Allah geçer mi kulundan

Çukurova ve Aşağı Andırın ağalarının yaylaya göçleri sanki düğün şenliğidir. Yine Hacı Durdu Ağa Ağıdından bir dörtlük:

Ağanın göçü geliyor

Seçilmiyor gelinciden

Hemi ağa hemi vezir

Kan damlardı kılıcından

 

Yaycıoğlu Ali Ağa hastadır. Çukurova’da Ceyhan’da çeltik salakları vardır. Kuvayi Milliyede çete komutanıdır. Hastadır, doktorlar derdine çare bulamadıysa, Meryemçil yaylası ne güne duruyor, Kayranlı’nın köknarlarından süzülerek gelen okşayıcı esintisi, şifalı, serin suları renk renk çiçeklerin kokusu, Çukurova’nın sinekli suyundan içenlere şifa olmaz mı? Ali Ağa için de önerilen Meryemçil yaylasıdır.

Koçak babamoğlu koçak

Alnında kekili saçak

Doktordan çare bulmadık

Kalk da Meryemçil’e göçek.

Yaylaya yalnızca ağalar beyler mi göçer. Kendilerine Teber adı verilen konar- göçer abdallar da yaylaların hasını bilir ve erkenden göçerler. Yaz- kış çadırlarda yaşarlar: Davulları ve zurnalarıyla yaylaların düğünlerin şenlerndiricisidirler. Abdal aşiretinin yakışığı,delikanlısı, eniyi davulu zurnayı çalan, güreş tutan ,halay çeken, sinsin oynayan Süslü Hasan’dır. Davulda,sinsinde kendini çok yoran Süslü Hasan beklenmedik bir kırizle ölür. Ağalar, beyler ve tüm abdal aşireti Süslü Hasan’ın çadırının önündedir. Koca Anşa ile Topuz Eş, Hasan’ın ölüsünün başına lök gibi çöküp karşlıklı al-ver ile yayla çadırında ağıt yakarlar.

Koca Anşa

Kele Eşe kele Eşe

Süslü Hasan ölmüş taman

Şu davulu şu zurnası

Vay takılı kalmış taman

 

Topuz Eşe

Hasta Süslü Hasan hasta

Kuşburnu ezmesi tasta

Davran da kalk Hasan Ağam

Bizi koyup gitme yasta

 

Koca Anşa

Melekleri türbe yapsın

Cennet’ala’nın katına

Ağam gitmesin hacetsiz

Davul asın tabutuna

 

Topuz Eşe

Keleşti Ağam keleşti

Halay çekti hem güleşti

Gece sinsinde yorulmuş

Sabah uykuya döleşti

 

Koca Anşa

Hele Hasan ağam hele

Gözyaşlarım döndü sele

Ocağı sönesi ölüm

Gümüş zurna kaldı ele

 

Topuz Eşe

Davulu ceren derisi

Yerini tutmaz birisi

Bizler galdık gözü yaşlı

Gelir ağıdın gerisi

Koca Anşa

Süslü Hasan zurna çalar

Soluk yetmez soluğuna

Azrail mi girmiş taman

Düdüğünün deliğine

 

 

Topuz Eşe

Öldüyüse uğur ola

Varsın gitsin güle güle

Genç ömrünü heder etti

Boz kasnağı çala çala

 

AVLAMAZ DURDU’YA  TAŞLAMA

Aşağı Andırın köylüleri sıtma, sinek  ve sarı sıcaktan kaçmak için çadırlarla yaylalara çıkardı. Yaylalar genellikle Andırın ilçesinden yukarıda bulunan, Geben, Halbur, Meryemçil, Cemel Önü, Karayuvalı, Sisne, Bunduk, Kargaçayırı, Elmadağı, Akifiye, Çokak gibi rakımı yüksek olan serin bölgelerdir.

Çukurova ve Andırın’ın sehil adı verilen sıcak köyleri, yayla mevsimini iple çeker. Harman, hasat derlenip ambarlara, kuyulara konulmuştur; serin yaylaların keyfinin çıkartılma mevsimidir. Aşağı Andırın’ın, Çukurova’nın hali vakti yerinde ağaları, beyleri yan yana çadırlar kurar, ineklerden, camuzlardan taze sütler sağılır, çadırların orta yerine herkesin gelip oturduğu oda hayması kurulur ve sohbetin koyusu orada yapılırdı. Kadınlar, imece usulü yufka ekmekler, börekler yapar, şehriye dökerler.

Evlenecek kızlar, oğlanlar görücüye çıkar, bin bir türlü oyunlar oynanır, hünerler gösterilir. Düğünler orada yapılır, halaylar çekilir, sinsinler oynanır, güreşler tutulur, ceren kovan atlarla ciride çıkılır, değnek atılır. Yaylalar allı, yeşillidir.

Fakir takımı ineğini, keçisini önüne katar yaylaya erkenden çıkar ve güz sonuna kadar da yaylada kalırdı. Varlıklı ve ağa kesimi ise evlerini yaylaya gönderse bile kışlaktaki harman-hasat işlerini bitirmeden yaylaya gelemezdi. Ağalar ancak ağustos ortasına doğru yaylaya çıkabilirdi -ki işte düğünler de o dönemde kurulur, düğünleri ağalar şenlendirirdi. Ağalardan izinsiz düğün kurmak, onları hesaba almamak, saygısızlıktı; yakışık almazdı.

1870’li yıllardır. İlçe merkezi Göksun’dur. Ora köyleri ile ilişki bu güne göre daha fazladır. Dedem Arapzade Hacı Ahmet Efendi Göksun’da mustantıktır.

Aşağı Andırın’ın Kızık Köyü'nden Avlamaz Durdu, Göksun’un Değirmendere Köyü'nden nişanladığı oğlu Ali’yi everecektir; ama düğünü başlatmak için izin alınması gereken ağalar daha yaylaya gelmemiştir. Avlamaz’ın oğlu Ali, ağa-bey tanımaz; düğün bir an önce kurulsun ister. Nşanlısı Telli Anşa’ya bir an önce kavuşmak için yanıp tutuşmakta, günler yıl geçmektedir. Durdu, yaylaya erken gelmiş olan Gökahmetoğlu’na gider ve düğün kurmak için izin ister. Gökahmetoğlu: "Ağaların tamamı gelmeden düğün kurulduğu nerde görülmüş Durdu? İcat çıkartma, ağalar gelsin, usul ve yordamına göre  yapılır." der. Orada hazır bulunan ve düğünün bir an önce kurulması için sabırsızlanan Çaylıoğlu, İbişlerden Memili, duruma itiraz ederler “Bu düğün de ağasız olsun, biz ağaların keyfini mi bekleyeceğiz?” derler. Birkaç kişi daha destek verir ve düğün kurulur.

Bir gün önceden düğün seymeni Değirmendere’ye gidecek, orada bir gece kalınacak ve yarın gelin Çinçin, Meryemçil üzerinden Kargaçayırı’na getirilecektir. Avlamaz’ın Ali’si sevdiğine kavuşmak için sabırsızlanmaktadır, her türlü hazırlığını yapmış, kıllarından tüylerinden temizlenmiştir..

Ağalar kendilerini hesaba almadan düğün kurulmasına,  çok içerler ve yaptığına pişman etmek için Avlamaz’a kurak ( plan ) kurarlar.

Gelin almaya   giden seymenlerin içinden üç kişiyi ayarlarlar ve derler ki: "Biz Çinçin belinde seymenin elinden gelini aldıracağız. Siz gece herkes uyuduktan sonra, tüfeklerin  içindeki barutları boşaltın." talimatı verirler. Ağaların seymen arasında bulunan adamları, verilen talimat üzere gece tüfeklerin içindeki barutları boşaltır.

Yarın olur, gelin bindirilir ve yola çıkılır. Gelini getiren düğün seymeninin önüne Çinçin belinde pusuda yatan  ağaların gönderdiği otuz silahlı çıkar ve gelini almak ister. Direnip silah sıkanlar olsa da barutu alınan  silahlar  patlamaz. Gelin düğün seğmeninin elinden  alınır, gizli bir yere götürülür. Bu düğün de ağasız olsun diye efelenenler, elleri boş, başları yerde ve utanarak gelirler.

Bir hafta sonra ağalar, Avlamaz Durdu’ya bir tosun kestirir ve ziyafet çektirtirler. Gelin, Avlamaz Durdu’ya geri verilir. Avlamaz'ın düştüğü durumu gören Gökahmetli’den Süleyman Gök, aşağıdaki taşlamayı söyler.

Taşlamayı Gökahmetli köyünden Adil Gök’ten derledim.

 

Dinle Şimdi Avlamaz’ın işini

Eli ile bağlar kendi başını

Pilavın üstünde kuzu döşünü

Yedirsen ağlara ölün mü Durdu

 

Gökahmetoğlu’nu hor görüp geçme

Konuş hanedenle sen ayrı düşme

At dev’ister diye kaygıya düşme

Soyluyu soysuzu bilin mi Durdu

 

Zülfaroğlu  şu dağların kilidi

Davet etsen o ağlar da gelirdi

Bedeninden  elli çakmakl’olurdu

O zaman gelini alırdın Durdu

 

 

 

Yayc’oğlu da  o dağların ulusu

Uğrasan alırdın sözün doğrusun

Çayl’oğlu Memili ya kimin nesi

Erkanı yolları bilin mi Durdu

 

Düştünüz mü o deyyusun fendine

İnanmayın yeminine andına

Biraz mal gerekti aldı gendine

Malıyın hesabın bilin mi Durdu

 

İsmail’in oğlu attığın almaz

Kaçar yörebe de hiç geri gelmez

Tortmuk ilaç derler orda bulunmaz

Memmed’in hilasın bilin mi Durdu

 

Çinçin Bele uğrucuğun gelmişler

Memili’ye kırk bıçakçık vurmuşlar

Tell’anşayı ellerinden almışlar

Sallanı salanlı geldin mi Durdu

 

Öttü dan davulu silah sıkıldı

Giden sağmenleri yola döküldü

Gargaçayırı’ında bayrak yıkıldı

Bu irezilliğini bilin mi Durdu

 

Kul Süleyman bunu böyle söylemiş

İnip aşkın deryasını boylamış

Oturup eteğin traş eylemiş

Çunkuruk çıkmış Avlamaz’ın Ali’si

 

 

Bedeninden elli Çakmaklı olmak: Kendi ailesinden elinde çakmaklı tüfeği olan 50 kişisi olmak.

Fendine düşmek:Tuzağına düşmek, oyununa gelmek.

Uğrucuğun gelmek:Gizlice gelmek.

Sallanı salanlı gelmek: eli boş dönmek, istediğini alamamak, burada gelini elinden aldırmak.

Cunkuruk çıkmak: Eli boş kalmak, umduğunu bulamamak, ava giderken avlanmak. (Burada, damat Ali’nin çok arzuladığı ve hazırlık yaptığı geline, Telli Ayşe’ye kavuşamamak.)