Gardaşlık Gibi Bir Şey...

Deneme

Veli BİLİCİ

GARDAŞLIK GİBİ BİR ŞEY...

Sarı sıcakların denizlerle, göllerle, nehirlerle  buluştuğu ve  nem oranının tavan yaptığı Haziran ayının başlarıydı. Mersin istikametine doğru sabahın erken  saatlerinde başlayan yolculuklarının  ilerleyen dakikalarında  hava sıcaklığının etkisiyle yolculuğun hayli çekilmez bir hal aldığının farkındaydılar.  Anılarından birer demet sunuyorlardı birbirlerine, karanfiller, menekşeler, laleler ve güller gibi kokan  dostluk ve arkadaşlık  üzerine…

Anlatılan  her  anıdan sonra  sanki tek beyinden, tek kalpten yönetilircesine hareket eden bir eda ile….

O zamanki  tutum ve davranışlarının dost ve arkadaş olanların tutum ve davranışlarından öte….

Arkadaşlıklarının tarifini yaparlarken “Kardaşlık gibi bir şeydi” diye ifade ediyorlardı duygu ve düşüncelerini…

“Kardaşlık  gibi bir şey…”

Tarsus’u geçip Mersin’e yaklaşırken  öylesine yoğun bir duygu denizinde kulaç atarlarken, ara sıra TIR şoförlerinin korna sesleri zonklatsa da kulaklarını radyodan peş peşe söylenen şarkıları ve türküleri sanki onlara eşlik etsinler diye  özel olarak seçip çalıyordu sunucu(DJ)… Özlerini dağlarcasına… Onlarla çağlarcasına… Birlikte ağlarcasına… Özel olarak seçiliyordu şiirler, şarkılar, türküler sanki…

N.Y.Gençosmanoğlu’nun bir şiirinin sözleriydi yankılanan,  özel olarak onlar için… Mürsel, Kara Mürsel, Mürsel Karataş  Mürsel, kardaş Mürsel, karındaş Mürsel…  “Oğul-Karamürsel; Beydağınca Bey Oğul” Osman Öztunç’un sesinden Gazi Battal Ülkesinin Kara Yiğit Balası”….  Dağlanıyordu yürekler, mekanı cennet diyordu dilekler, bileniyordu bilekler… Peşinden;  “Adıyaman’da üç can, Remzi, Tevfik, Mithat Can” ……. , … Duygu denizi içerisindeydiler, can … can…  “Remzi, Tevfik, Mithat Can”     Sesler yankılanırken radyodan, hıçkırıklar arasında arabayı sağa çekmeye çalıştı şoförlükte usta olanı, taze yağdan kıl çekercesine…  Onca tırlar arasından. Duygu denizinde girdaptaydılar, çıkmak istemezcesine…  göz yaşları  okyanusa kavuşma arzusuyla akıyordu siğim siğim… Akdeniz’e doğru… Gözyaşı çeşmesinin muslukları açılmıştı…

Ar etmediler, ar etmediler ağladıkları için… Ar etmediler sevdikleri için… Ar etmediler harçlıklarını birlikte harcadıkları, yokluğu, açlığı ve  tokluğu birlikte yaşadıkları için ar etmediler…

Özden ve gözden ağladılar sevdikleri için, sevdiklerinin aşkına, sevdalarına… Gururu ve benliği bir yana koyarak yalın ve sade… Çünkü sevgileri, aşkları, sevdaları büyüktü onların gönlünde… Kendileri biliyordu bu yaşadıklarını, bileni yoktu başka  “sır” gibi… Bir de anaları bilirdi o yağız delikanlıların anaları yaşasalardı,  analık  duygusuyla…  Tuna boylarından,  Tanrı Dağlarına…  Kardaşlık  gibi bir şey… O şey…