Kanber Rişvanoğlu

Ufuk TEKİN Sabah Gazetesi Güney eki 3 Haziran 2007

Türkiye’nin yaşayan en eski askeri yargıcı Kanber Rişvanoğlu, “özü sözü bir” muhabbette sadece yürekli bir hukuk adamının, “geçmişi olmayanın geleceği olmaz dedirten” öyküsünü anlatmadı bize. Söyledikleri Kuvayı Milliye ruhuydu; 10 yılda her yaştan 10 milyon genç yaratanların sesi ve vicdanı gibi şad etti

 

Bu sefer gerçekten başka. Korkuyorum: Ya yazamazsam?!... Bir şeyler yazarım elbet ve anlatırım belki biraz ama ya inandıramazsam?...Dedim ya bu başka. Aslında bu korku, hakkındaki ilk bilgileri alırken başlamıştı. ‘Kuvvacı Pepe Nazmi’ için verdiği beraat kararını dinlerken nasıl da titremişti içim. Eşkıyayı vuran Türk askerini tek celsede beraat ettirdiğini duyunca, aynı dilden konuştuğu Martin Luther King’e şiir yazdığını öğrenince, televizyoncu Ali Kırca’yla birlikte yargılanan deniz subayı oğlu Volkan’ı savunurken söylediklerini duyunca artıyordu endişem. Ve bir veterinerin haklı isyanını duyunca iliklerime dek titremiştim:

Meydanların hatibi hayvan sağlık memuru mu olacak?”

12 Eylül 1980 günü ölen annesi Şerife Hatun’un, oğlunu okutmak için fesindeki salmalardan bir bir altın çıkarıp verdiğini duyunca gözlerimden yaşlar süzülüyor; dedesinin söylediklerini duyunca sersemliyordum:

“Nasara yansuriden (medreseyi olumsuzlayan bir ifade) bi b..k olmaz, Kanber mektebe gidecek ve Mustafa Kemal’in ordusunda paşa olacak, ata binecek…”

5 yaşındadır Kanber Rişvanoğlu ve henüz 1919’un Eylülünü gösterirken takvimler, Kuvvayi Milliyeciler 7 düvele ve işbirlikçilerine hadlerini bildirmemişken daha,  “Mustafa Kemalci” olduğunu itiraf eden Osman Tufan yüzbaşının karşısında Kesim köylüleriyle birlikte dedesi ve atlıları “selam” deyip esas duruşa geçecektir. İşte budur “anlatılamaz” dediğim öykü, budur bir destan ve nakış gibi örülmesi gereken yazı...

 

Kemalci Deyince Selama Durdu

Köye bir gün derviş kıyafetli bir adam geldi. Adı Osman Tufan’dı. Bir gün silahını gören dedem, ‘Sen derviş değilsin’ deyince adam, ‘M. Kemalci’yim’ deyip ellerini uzattı. Dedem selama durup sordu: Ne istiyorsan söyle.

Meydanların hatibine yakışır mı?

Babam Süleyman Rişvanoğlu, okumamı istemediği için hayvan sağlık okuluna yazdırmak istiyordu. Veteriner tanıdıktı. Dilekçeyi yırtarken bağırıyordu: Meydanların hatibine hayvan sağlık memuru olması yakışır mı?

Babannem Ayaklılarını Verdi?

Maltepe Askeri Lisesi’ne beni almamışlardı. Adana Erkek Lisesi’ne de dönemezdim. Çaresiz Gaziantep’e gidecektim ama param yoktu. Babaannem fesindeki ayaklılardan birkaç altın çıkarıp verdi. ‘Al git ’ dedi. Bitince gene gönderirim.

Tufan Paşa Kefil Oldu

5 yaşımdayken köyümüze gelen “Kemalci” Osman Tufan yüzbaşı, Selimiye Kışlası’na komutanı olmuştu. Çıktım yanına, ‘Niye geldin’ diye sordu. ‘Mülkiye’ için dedim ama o hukuka yazdırdı. Bir kartın arkasına da ‘Tanıdığım kahraman bir ailenin çocuğudur. Her şeyine tefekkür ediyorum’ diye yazdı, senet filan istemediler.

İfadesini Toroslar’da Verdi

Çukurova yöresini eşkıyaya der eden Pepe Nazmi diye bir komutan vardı. Çocukken hayrandım. Gelibolu’da karşıma sanık olarak getirmişlerdi. İfadesini bile almadan ‘beraat’ dedim. ‘İfademi almadan mı?” diye sordu. ‘Sen ifadeni Toroslar’a, Andırın’da eşkıyaya karşı verdin, yetmez mi’ dedim, gözleri yaşardı.

HAYAT HİKAYESİ

 

1913 yılının 24 Temmuz’unda Kahramanmaraş’ın Andırın ilçesine bağlı Kesim Köyü Haştirin yaylasındaki bir çadırda dünyaya geldiğini öğrendiğim eski askeri yargıç Kanber Rişvanoğlu ile görüşmeye gidiyorum. Uçağım birazdan kalkacak. Kuş uçuşu 800 km uzaklıktaki 7 Tepeli Şehir’de yaşıyor. Uçak, uçtu uçalı bu denli heyecanlı bir yolcu taşımış mıdır bilenmez ama ufukta süzülen demir kanatlı kuşun içinde anlaşılması zor bir gurur ve sevinçle yüreği kıpır kıpır bir adam vardır. Kanatlı bir melek gibi süzülürken sana İstanbul, hangi methiye düzülse azdır sana güzel İstanbul ve Beykoz’da güzel bir ev, bahçeli, bahçesinde bir tarih adam. Hızla giriyorum içeriye. Usulca kalkıyor yerinden, salıncak - hamak arası bir şeyin içinde tek başına ve biricik eşi Saibe Hanım’la birlikte görüntülemeden önce sarılıyorum ellerine. Henüz güneş batmamışsa İstanbul’da, Kanber Bey’in ışığındandır diyorum içimden. Masada hukukçu oğlu patlamaya hazır bir Volkan, yeğeni hem akil hem atak sanki bir vakanüvis Yıldırım, yeğeninin torunu Özgür, omuz başında 80 yıllık bir aşk Saibe Hanım ve de birkaç çalışan var.

 

Düşman Kadirli’ye Kadar Dayanmıştı

 

SORU: Siz henüz 5 yaşındayken derviş giyimli bir adam gelmiş Kesimli’ye…

RİŞVANOĞLU: İşgal yıllarıydı. Düşman Kadirli’ye kadar dayanmıştı. O sıralarda köye derviş kıyafetli, kötü bir beygirin üzerinde Osman Tufan adlı bir adam geldi. ‘Misafir kabul eder misin?’ diye sordu. Dedem Ali Rişvanoğlu ‘tabii’ deyip buyur etti. Herkes misafirimizin kim olduğunu merak ederken bir gün gerçek anlaşıldı.


SORU
: Kimmiş o adam?

RİŞVANOĞLU: Dedem, bir gün adamın belinde bir tabanca görüyor. ‘Sen’ diyor ‘Derviş merviş değilsin. Söyle kimsin? Mustafa Kemalci mi padişahçı mı?’ Adam ‘Ben’ deyip ellerini uzatıyor: ‘Yüzbaşı Osman Tufan, Mustafa Kemalciyim. Ne yapacaksanız yapın!…’ Dedem hemen selama duruyor: Emret komutan, ne istiyorsan söyle…

 

Atlılar Birarada Selama Durdular

 

Anlattıkça sesi sanki biraz daha gür çıkıyor Kanber Bey’in. İnanılmaz bir bellekle karşı karşıyayım. 89 yıl önceki o atın doru at olduğunu bile unutmamış. “Düşman Kadirli’ye kadar geldi. Sizden 100 at, 100 de silahlı istiyorum” diyen Tufan Paşa’nın ricası da bugünkü gibi aklında:

RİŞVANOĞLU: Dedem hay hay deyip biraz müsaade istedi. Önce Yaycıoğlu İbrahim Ağa’ya gitti. Durumu anlattı ve bir av düzenlendi. Civar köylerden de iştirak ediliyor ava. Av bitti ve dedem köy meydanında toplanan atlılara dönüp ‘maksadımız av değildi. İşte bu zat Osman Tufan yüzbaşıdır. Mustafa Kemalcidir kendisi. Benden 100 atlı istedi. Bir ben, üç oğlum, iki damadım, 6 kişi emrindeyiz. Göbeğinden atan buyursun. Düşman da Kadirli’ye kadar geldi’ dedi.

-Katıldılar mı? diye sormaya çekiniyorum. O devam ediyor:

RİŞVANOĞLU: Ne demek! 300 atlı birden iştirak etti. Osman Tufan Yüzbaşı’nın önünde selama durdu o 300 atlı. Sonrası da var… Tufan Bey, ‘Mustafa Kemal Sivas’ta parasız. Para lazım’ dedi. Dedem ‘Benden 2 bin altın’ diyor. Yaycıoğlu İbrahim Ağa, ‘5 bin altın veririz’ diyor. Zülfikaroğlu 3 bin altın… Derken o anda 50 bin altın toplanıyor ve Ziraat Bankası Maraş Şubesi’ne yatırılıyor. Herkese de vesika verildi ki parasını ilerde geri alabilsin diye.

SORU: Anlayamadım, ne vesikası?

RİŞVANOĞLU: Mustafa Kemal, devleti kurunca paraları geri ödeyeceğine söz vermiş. Bu paraları borç olarak almış. Onun için belgeletiyor ama ne biz ne ötekiler o paraları geri aldık.

Babam Karşıydı Okumama

 

-Babasının isteğiyle medreseye gönderilmiş ama durum dedesinin müdahalesiyle değişmiş.

RİŞVANOĞLU: Köyden çıkmak çok zor oldu. Babam (Süleyman Rişvanoğlu) eğitim görmeme karşıydı, medreseye gönderdi ama dedemin bastırmasıyla ilkokula gönderildim. Dedem Ali Rişvanoğlu aydın adamdı. ‘Nasara Yansuriden bir b..k olmaz’ deyip eliyle Andırın’daki ilkokula götürdü. Babam ‘okuyup da sazda para mı yiyecek’ diyerek kısa yoldan hayata atılmamı istiyor, dedem ise ‘ Kanber, Mustafa Kemal’in ordusunda paşa olacak, Mustafa Kemal’le birlikte ata binecek’ diyordu.

SORU: Paşa olamadınız ama…

RİŞVANOĞLU: Paşa olamadım ama okudum. İlkokulu bitirdim, Maraş’ta ortaokula yazıldım. Babam ‘hayvan sağlık memuru’ olmamı istiyordu, bir dilekçe yazıp zorla müracaat ettirdi. Vilayetten veterinerliğe havale ettiler dilekçeyi. Bu arada ben hareketli bir çocuktum. Cumhuriyetin 10. yılı dolayısıyla Maraş’ta 10 ayrı meydanda konuşma yapmıştım. Veteriner tanıdık biriydi, aldı dilekçeyi okudu ve ‘meydanların hatibi hayvan sağlık memuru mu olacak’ deyip yırttı. ‘Git Adana Lisesi’ne kaydol’ dedi. O zaman Maraş’ta lise yok. ‘Baban vermezse parayı ben vereceğim’ dedi. 1933’te Adana Lisesi 10. sınıfına geçtim. Aslında ben askeri lisede okumak istiyordum. Evrakları hazırlayıp evraklarımı Maltepe Askeri Lisesi’ne gönderdim. ‘Gel’ dediler gittim ama subay çocukları sıradaymış, kaydolamadım. Tasdiknamem elimdeydi ve başka bir liseye kayıt için 2 günüm kalmıştı. Antep’i düşünüyorum ama param yoktu

SORU: Peki ne yaptınız?

RİŞVANOĞLU: Babaannemin durumumdan haberi oldu. Fesinden sarkan ayaklıları (altınları) çıkartıp 2-3 tane verdi. ‘Git kaydol’ dedi, bittikçe gene gönderirim. Müdür tanıdıktı, hemen kaydetti. O sıra elektrik filan da yok ha! İdare lambası diye iptidai (ilkel) bir aydınlatmayla liseyi 1936’da bitirdim.

 

Nahiye müdüründen vali de yaparlar mı?

-Liseden sonra bir süre çalışmış Kanber Rişvanoğlu. Ama aklında Mülkiye var.

RİŞVANOĞLU: Yüksek tahsil yapacağım ama param pulum yok. Memur olmak için Antep vilayetine müracaat ettim. Şifre memuru yaptılar beni. O zaman lise mezunu parmakla gösteriliyor. Tam bir sene sürdü. Bir ay kadar da Cingife nahiyesinde müdürlük yaptım. Baktım iş çok, tahsil kalacak. Vali Rıza Çevik’e çıkıp ‘Nahiye müdüründen vali de yaparlar mı?’ diye sordum. ‘Yok’ dedi.

SORU: Doğru İstanbul’a gittiniz öyle mi?

RİŞVANOĞLU: Evet. Memuriyette 52 lira biriktirmiştim. Yedek subay gibi gözükerek trenle İstanbul’a parasız gittim. Sirkeci’de bir otele yerleştim. Bu arada bizim 52 lira eriyor. Bir gün Selimiye Kışlası’nın oradan geçiyordum. ‘Komutanı kim?’ diye sordum. Osman Tufan Paşa dediler. 5 yaşında Kesim’de gördüğüm Tufan Yüzbaşı paşa olmuştu. Bir yolunu bulup içeri girdim.

 

İtten İt Olur Kurttan Kurt

SORU: Sizi görünce şaşırmıştır...

RİŞVANOĞLU: Tanıdı hemen. ‘Niye geldin?’ diye sordu. Mülkiye’nin sınavına gireceğim, dedim. ‘Boşver Mülkiye’yi, hukuk fakültesine gir, askeri öğrenci ol’ dedi. ‘Olur’ dedim. Hemen gittim müracaat ettim. Muayeneye sevk ettiler. Haydarpaşa’da kuyruktayım. Tufan Paşa arabayla geçerken beni görünce indi arabadan ‘niye bana gelmedin’ dedi. Olur mu efendim dedim, sizi rahatsız etmek istemedim. Hem bir arıza çıkarsa sizin sayenizde görmezden gelirlerdi. Buna da gönlüm razı olmaz, dedim.

SORU: Tepki gösterdi mi?

RİŞVANOĞLU: Emir subayına dönüp ‘itten it olur, kurttan kurt’ dedi. Emir subayına emir verdi, beraber gidip raporumu aldık. Askeri elbiseyi giydirdiler. Bu sefer de yükümlenme senedi istediler. Babam zaten razı değil. Tufan Paşa’ya gittim. ‘Tanıdığım kahraman bir ailenin çocuğudur. Her şeyine tekeffür ediyorum’ (kefil oluyorum) diye yazdı. Kartı götürüp verdim. Bizden ne senet istediler ne de bir şey.

* * *

İstanbul Hukuk Fakültesi’nde “çok mutlu 4 yıl” geçirmiş Kanber Rişvanoğlu. Kötü haber fakültenin birinci sınıfındayken gelmiş. Nebatat Enstitüsünde ders yaparken içine sıkıntı girmiş. Çıkmış dışarıya, bakmış ki bayraklar yarıya indirilmiş, anlamış Atatürk’ün öldüğünü. İçeri girip ‘öldü’ demiş. Okul bitince Ankara’da ağır ceza mahkemesi ve Yargıtay’da stajlarının ardından Gelibolu 2. Kolordu Hakimliği’ne atanmış. Bir gün karşısına ömrünce unutamayacağı bir dosya gelmiş, bir de sanık.

 

“Pepe Nazmi” Çoktan  Vermiştir İfadesini

RİŞVANOĞLU: Ben orta sondayken 1927-28 yıllarıydı. Pepe Nazmi diye bilinen bir subay vardı. Bölgenin örfi idare (sıkıyönetim) komutanıydı. Eşkıyalara dar etmişti Andırın’ı, Kadirli’yi, Kozan’ı, Göksun’u, Haruniye’yi. Üç ay zarfında bütün eşkıyaları toplamıştı. Halkı da arkasına aldığı için büyük hayranlık duyardı herkes. İşte o gün sırasıyla binbaşıların, yarbayların, albayların dosyalarına bakıyordum. Nazmi diye biri de vardı içlerinde. Ordu malı bir atla ilgili dava nedeniyle yargılanıyordu. Gözüm bir yerlerden ısırıyor gibiydi. Birden hatırladım ama emin olmak için duruşma sırası gelince sordum. ‘İsminiz ne? ‘Nazmi efendim’ dedi. ‘Pepesi de var mı?’ diye sordum. ‘Var’ dedi. ‘Beraat ettiniz’ dedim.

SORU: Biraz tuhaf bir yargılama değil mi? Yanınızdakiler, Pepe Nazmi ne yaptı?

RİŞVANOĞLU: Şaşırdılar tabii. Bütün dosyalar bitince Pepe Nazmi odama girdi. Kahve ısmarladım. ‘İfademi bile almadınız ama beraat kararı verdiniz. Neden?’ diye sordu. Ben de ona ‘Siz Toroslar’ın arkasında kaç sene evvel ifadenizi eşkıyayla mücadele ederken halka vermiştiniz. İkinci kez ifadeye gerek yok’ dedim. Adamın gözleri yaşardı. Odada paşalar da vardı, başlarıyla onaylıyorlardı.

* * *

Eski askeri yargıç Kanber Rişvanoğlu, günümüzden tam 53 yıl önce Gelibolu’da verdiği kararın doğruluğunu o gür sesiyle birkaç kez daha yineliyor mu yoksa bana mı öyle geliyor tam bilemiyorum ama sözleri yankılanıyor:

Siz ifadenizi Toroslar’da vermiştiniz.”

K. Maraşlı deyince kanber var; dur!

Maraş’ı çok severmiş Kanber Bey. Öylesine büyük bir sevgiymiş ki sevgisi; bir gün Kore’ye gidecek askerlerin seçimi yapılırken çıkmış ortaya. Kanber Bey o sıra Sivas’taki tümende askeri yargıç. Duymuş ki Kore’ye gönderilecek erlerin arasında Maraşlı askerler de var…

RİŞVANOĞLU: Kore’ye gidecek askerleri bölük komutanları seçiyordu. ‘Kendini koruyan şehrin çocuklarını Kore’ye göndermeyin’ diye rica etmeye başladım. Yüzbaşı hakimdim, sever sayarlardı beni. Bazıları sözlerimi dinliyor, tanımadıklarıma da ‘haklarında tahkikat var’ gibisinden uydurma şeyler söyleyerek Maraşlı olanları tutuyordum. Sonradan duyduk ki ilk giden Türk alayındaki herkes şehit düşmüş. Bizim Andırın’da çocuğun birine sormuşlar: Kimin oğlusun, diye. O da ‘Kamber Rişvanoğlu’nun’ demiş. Ne demek bu?, demişler. O da ‘babamı kurtaran Rişvanoğlu, o olmasaydı ben de olmazdım, demiş.

Er Yalan Söylüyor Paşa Anlamıyordu

Kanber Rişvanoğlu, Sivas’ta askeri başhakim iken ilginç bir soruşturma yapar. Bir er, iki eri tanık göstererek yüzbaşıyla, yüzbaşı istediği için “cinsel ilişki” kurduğunu öne sürmektedir. Yazdığı ihbar mektubu, sonradan genelkurmay başkanlığına kadar yükselen Tümgeneral Cemal Tural’a ulaştırılır. Paşa, subay ve astsubayları toplayıp “Emrimde i..ne asker istemem” der ve Kanber Rişvanoğlu’nu soruşturma için görevlendirir. Soruşturma sırasındaki tavrı askerliği bırakmasına yol açacak kadar kesindir.

RİŞVANOĞLU: Tümenimde ibne subay istemem, deyip mektubu önüme attı. Baktım mektuba, uydurma olduğunu hemen anladım. Şahit mahit dinlemektense en iyisi tıbbi muayeneydi. Yüzbaşıyı bulduk, zor ikna ettik muayeneye. Sonuçta ‘öyle bir şey yok’ raporu çıktı. Tabii komutana gönderildi. Komutan beni çağırdı. ‘Bir şey yok’ diyorlar dedi. ‘Herhalde yoktur’ dedim. ‘Git canım’ dedi, “Hakim ve hekim bu işten ne anlar’ demesin mi. Ben daha fazla dayanamayıp ‘Haklısınız. Bu iş yüksek ihtisas isteyen bir iştir. Bunun için ya i..ne ya kulampara olmak lazım. Sizin fikrinizden faydalanmak mümkün mü’ dedim.

SORU: Çok ağır değil mi?

RİŞVANOĞLU: Öyle ama hak etti. Ayağa kalktı. ‘Bana hakaret etmeye ne hakkın var?’ diye bağırdı. Ben de tabancayı öne çıkartıp ‘hakaret etmek bir hak değil, bir terbiyesizlik ifadesidir. Sizden sadir oldu’ cevabını verdim. Aşağıya inip istifamı verdim.

* * *

Bir Günde 2 Celse Bir Günde Karar

 

Askeri yargıç Kanber Rişvanoğlu’nun anılar denizinde yüzüyoruz. Her kulaçta inanılmaz bir öykü saklı sanki. Sırada 1 (bir) celsede beraat ettirdiği 1 (bir) er var. Yer Gelibolu, 40’lı yıllar. Askeri mahkemenin kıdemli yargıcı olan Kanber reisin önüne bir dosya gelir. Öldürülen Arap Hasan adlı eşkıyanın davasıdır bu. Kararın içeriği ve de hızı, yargı tarihine geçecek denli çarpıcıdır.

RİŞVANOĞLU: Taşağası denen yerde askerlik yapan bir yüzbaşı, bir üsteğmen ve bir de asteğmen, Evreşe Köyü’ne gitmiş. Yüzbaşıyla Arap Hasan arasında bir tartışma olmuş. Eşkıya Hasan, yüzbaşıya ‘Senin yıldızlarını alır karının bilmem neresine sokarım’ diye küfretmiş. Ağır hakaret üzerine yüzbaşı çılgına dönmüş ama ne kendisinde ne de yanındaki subaylarda silah varmış. Asteğmen karakolu koşup yanına iki er, bir de başçavuşu almış gelmiş. Arap Hasan, yanındaki köpeği Aziz Karayel’le birlikte erlerden birini kaldırıp atmış. Erin kaburga kemiği kırılmış. Tam başçavuşa sopayla vuracağı sırada erlerden biri, mavzerini ateşlemiş ve eşkıyayı tam kalbinden vurmuş. Ötekini de bacağından yaralamış. Eri hapsetmişler. Dava bir hafta sonra karşımıza geldi. Bir günde şahitleri dinledim, keşfini yaptım. Meşru müdafaadan beraat kararı verdim.

SORU: Asker, adam öldürmekten ceza almadı öyle mi?

RİŞVANOĞLU: Öyle ama dahası var. Karar kesinleşti. Kararı iliştirerek kolordu kanalıyla Jandarma Genel Komutanlığı’na gönderdim. Ere bir ay izin, üç yüz lira da ikramiye verildi. Orduda iyi bilinir bu olay. Dünyada görülmüş karar değildir.

Sıkıyönetimde Ali Kırca Ve Sarp Kuray’ı Savundu

Askeri yargıçlığı bıraktıktan sonra avukatlığa başlayan Kanber Rişvanoğlu, yüzlerce dava üstlenir. Reisler karşısında “aslan yürekli avukat” olarak nam salan eski reis, sözünün eri oluşuyla hemen dikkati çeker. 12 Mart 1971’de ordunun, Demirel hükümetine verdiği muhtırayla başlayan askeri yönetim döneminde “69’lar” olarak bilinen dava görülür. Aralarında televizyoncu Ali Kırca, tanınmış eski solcular Sarp Kuray, Atilla Sarp’ın da yargılandığı denizciler arasında Volkan Rişvanoğlu da vardır. Toplam 83 sanıklı davanın onlarca avukatından biri de oğul Volkan Rişvanoğlu’nun babası Kanber Bey’den başkası değildir. Her şey normal (!…) seyriyle devam ederken askeri savcının iddianamesine koyduğu bir cümle hem oğul hem de baba Rişvanoğlu’nu isyan ettirir.

RİŞVANOĞLU: 12 Mart dönemiydi, çocukların hemen hepsinin avukatıydım. Askeri savcı iddianamesinde ‘Ailesinden kopuk Volkan Rişvanoğlu, komünist ve vatan hainidir’ demesin mi? Volkan söz alıp ‘Benim ailemden kopmama imkan yok. Babam Türk ordusunun şerefli bir hakimi, onun babası da belli. Dedem İstiklal Harbi’ne (Kurtuluş Savaşı) iştirak ettiği gibi 2 bin altın da devletten alacağını almamıştır. İşte vesikası. Ben bu aileden nasıl koparım’ dedi.

SORU: Bu sözler etkisini göstermiştir tabii…

RİŞVANOĞLU: Çocuklar beraat etti. Ben de çok öfkelenmiştim. ‘Bu raporu (iddianameyi) kenefe atsan kenefi kirletir’ dedim. Bu ifadem yüzünden ‘devlet kuvvetlerine hakaret’ suçuyla bir seneye mahkum ettiler. Askeri Yargıtay toplanıp kararı bozdu.

 

Başsavcı da İkna Olunca Karar İttifakla Bozuldu

Avukatlığı sırasında “inanmadığı” hiçbir davaya girmemiş. İnandığını da inançla, kararlılıkla savunmuş. Turan adlı bir öğretmen, yengesini öldürdüğü gerekçesiyle 24 yıl ağır hapse mahkum edilmiş. Turan hoca, 6 yıl yattıktan sonra Kanber Bey’i bulmuş. “Büyük hatalar var” diyormuş. Kanber Bey, davayı üstlenmemek için 500 lira istemiş, “veririm” deyince “peki” deyip ikna olmuş. Dosyayı incelemeye başlayınca hatalar ve yanlışlarla dolu bir karar olduğunu anlamış. Soluğu, dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Hakkı Ketenoğlu’nun yanında almış. “Efendim” demiş, “Adaletten zevk alıyorsanız dosyayı siz tetkik edin ya da tetkik etmesini bilen birine tetkik ettirin” demiş. Başsavcı biraz bozulmuş ama incelemeyi kabul etmiş. Sonuçta avukat Kanber haklı çıkmış. Yargıtay Başsavcısı Ketenoğlu ile avukat Rişvanoğlu 1956 yılında birlikte kaleme almışlar itirazı. Yargıtay Dava Daireleri Kurulu, 24 yıl hapsi ittifakla bozmuş. Öğretmen beraat etmiş ve mesleğine dönmüş…

* * *

Araştıran, okuyan, hayattan zevk almasını bilen bir adamdır Kanber Rişvanoğlu. Bulunduğu her yerde, üstlendiği her görev ve sorumluluk sırasında “izler” bırakır. Sivas’ta avukatlık yaparken Aşık Veysel’in dergahında türkü dinler, mekana sazlarıyla Aşık İzzet ve Aşık Devrani de gelir. Solcu darbe yapmakla suçlanan Kore’nin ünlü paşası Cemal Madanoğlu’yla dost, eski cumhurbaşkanlarından Cemal Gürsel’e “Aga Cemal, daha büyüktür” diye tatlı tatlı takılacak kadar ahbap olur. Şarkışla’ya giderken eğer yakalanmasaymış Deniz Gezmiş’le çay içecek kadar genç, Sivas’ta kültür derneği başkanlığı yapacak kadar devrimcidir. Bir gün evine atılan bombadan kıl payı kurtulur. Ancak Martin Luther King kendisi kadar şanslı değildir. Irkçılığa karşı savaşımının Amerika’daki sembolü 4 Nisan 1968’de bir otelin balkonunda vurularak öldürülür. “Benim Bir Rüyam Var” diyen Amerikalı zenci Martin Luter King’e bir şiir yazar. Rüyasında “Eski kölelerin çocuklarıyla eski köle sahiplerinin çocuklarını Georgia’nın kızıl tepeliklerinde aynı masada birlikte yemek yerken” gören Martin Luther ile İstanbul Beykoz’da, hala Nazım Hikmet’ten şiirler okuyan, yaşadığını hissettirerek hisseden koca adam, kendisinden sadece 4 yaş küçük eşi Saibe Hanım’ın ela gözlerindeki yeşil harelere bakarak bir şiir okurken aynı “rüyayı” görür. Pepe Nazmi’yi beraat ettiren, Türk askerine “katil” damgası vurdurtmayan, Mustafa Kemal’in adını duyunca esas duruşa geçen, devlete verdiği borcu borç bilmeyen köyün köylülerinden Andırınlı koca reis Kanber Rişvanoğlu, “bu aşk ki gönlüne düşmemiş olan varsa / yaşadım der mi hiç bin yıl yaşasa” der gibi okumaktadır şiirlerin şiirini:

“…Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim / bilekler kan içinde / dişler kenetli / ayaklar çıplak / ve ipek bir halıya benzeyen toprak / bu cehennem bu cennet bizim  / kapansın el kapıları / bir daha açılmasın / yok edin insanın insana kulluğunu / bu davet bizim / yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür / bir orman gibi kardeşçesine / bu hasret bizim