Ali Gürbüz

Andırınlıların Ali Ağabeyi

İlerleyen yaşına rağmen hepimiz ona “Ali Ağabey” derdik. Ali Ağabey, derken duyduğumuz yakınlığı kendisi bizlere verirdi. Ali Ağabey; pozitif enerji yayan, güler yüzlü, hayat dolu, hayata barışık gözle bakan bir insandı.

Ali Gürbüz ile tanıştığımız yıl 1979 senesiydi. O yıllar Adana’da Andırınlılar ya fazla meydanda yoktu ya da sayıca azdılar. Bilinenlerin başında Ali Gürbüz gelmekteydi.

Adana’da İmam Hatip Lisesinin bulunduğu cadde üzerinde demir ticareti yapıyordu aile çevresiyle. Yığınla demirlerin bulunduğu koca işyerinin bir köşesinde camlı bölmede tanışmış, sohbet etmiştik. Artık ziyaretine gidiyordum. Ben ona “Ali Amca” diyordum o da bana “yeğen” diyordu. Bu yakınlığımız o yaşadığı sürece devam etti.

Karaisalı Kaymakamlığım yıllarında Adana’ya her gidişimde ziyaret ederdim. Kireç fabrikası kurulurken, halka açık hisse senetlerini pazarlarken Karaisalı Ali Bey ile yanına gitmiştik. “Memleketimize bir yatırım yapılıyor. İnsanlar ekmek yiyecek. Benim de katkım olsun.” diyerek ortak olmuştu. Hatta fabrikayı tümden almayı teklif etmiştim o zaman. Daha sonra Adana’ya yeniden gelişimde “Haklı çıktın. Fabrikayı keşke ben alsaymışım. Ham maddesi taş. Eskimez, çürümez, yitmez. Güzel ve kâr eden bir yatırım olmuş.” demişti. Oradan anladım ki Ali Amca müteşebbisti. Geleceği görüyordu. İyi bir ticaret adamıydı. Hesabını kitabını bilen, yatırım yapmayı seven bir iş adamıydı.

Adana’ya üçüncü gelişimde Ali Amca ile çok daha yakın olduk. Önce telefonla görevimde başarılar diledi. En kısa zamanda geleceğini söyledi. “Yok, ben size geleceğim.” dedimse de gecikmeden habersiz geliverdi. Sohbet ettik. Bu mütevazı davranışı onun asil yanını gösteriyordu.


Ali Amca kimdir? Nasıl bir insandır? Ali Gürbüz, Çokak nahiyesindendir. Çokak’ın ileri gelen ailelerinden birinin çocuğu olan Ali Amca, küçük yaşta zanaatkârlık ve ticaretle tanışır. O yıllarda Çokak ve çevresi Kadirli ile daha çok bağlantılıdır. Hayat onu Çokak dışına çeker. Andırın derken Kadirli. O yıllarda Kadirli’de eğitime devam eder. Kayınvalidem Kadirli Milli Eğitim Eski Müdürü Dane Carıllı’nın sınıf arkadaşıdır. Ali Amca, Kadirli’deki ticaret hayatını geliştirmek isteyince kendini Adana’da bulur. Onun bu yolculuğu kendini geliştirmek isteyen her kırsal kesim insanının yolunun gurbete düşeceğinin misalidir.


Ali Gürbüz Çokak’ta ileri gelen bir aileden olması ve zeki oluşu nedeniyle çocukluğunda geçen olayları çok iyi hatırlardı. O yıllar cumhuriyetin başlangıç yıllarıdır. Bir yanda harp sonrası yoksulluk, bir yanda Kadirliden beri Toros dağlarını saran “İnce Mehmet” romanına konu olan eşkıyalık dönemidir. Ali Amca saatlerce eşkıyalık dönemini, geçen olayları, kişileri, konuşmaları dün gibi anlatırdı. Hayıflanmamız o ki, hiçbirimiz anlattıklarını kayda ve kaleme almadık. Elimizde yalnızca Hüsnü Karcı’nın Tirşik Dergisi’nde yayınladığı röportajı mevcuttur.

 

Andırın tarihini, özellikle cumhuriyet sonrasını bileceksek, Ali Amca’nın anlattıklarını kayda geçirmeliydik. Çok net, açık, yorumsuz bir üslupla o dönemde geçen olayları anlatırdı. Bu anlatımlardan anlıyoruz ki, tarihten beri Andırın ve Kadirli iç içe yaşanmış ve ayrılmaz bütün oluşturmuştur. Bugün bile aynı gerçeği yaşamaktayız.


Ali Amca, Adana’da ticaret yaparken iki hususu ihmal etmemiştir: Biz, memleketinden yani Andırın’dan kopmamıştır. Diğeri, sivil toplumdan kopmamış, onlarla iç içe olmuştur. Sivil toplumları maddi – manevi destekleyerek onlara arka çıkmıştır. Bu iki husus memleketine faydalı olmak isteyen, aydın olmak isteyen insanlara ışık tutacak hayat tarzıdır. Kılavuzdur. Esasen göçle yerinden olmuş, şehirlere dolmuş ülkemizin geleceğine de ışık tutmaktadır.


Bu bağlamda Ali Amca neler yapmadı ki? Çokak’ta okul yaptırdı. Kasabanın pek çok ihtiyaçlarını karşıladı. Yoksul insanlara yardım ederdi. Akrabalarını kollar, gözetirdi. Sıkışan insanlar ona koşardı. O da elinden geleni yapmaktan zevk alırdı. “Bunlar bizim insanımız.” derdi.


Ali Amca’nın sivil toplum yönü hayranlık duyulacak özellikler taşır. Aktif ticaret hayatında olsun, dinlenmeye çekildiği dönemde olsun sivil toplumla iç içe olmuştur. Adana’daki Andırın derneğinde hepimize ağabeylik, hamilik yapmıştır. Derneğin binanın alınması tamamen onun çaba ve gayretleri sonucunda olmuştur. Dernek yönetimine “Siz aranızda toplayın, geriye kalanı ben tamamlayacağım.” demesiyle bu günkü yer alınmıştır.


Ali Amca her dernek toplantısına katılır, hoş sohbetler yapardı. Herkesin tek tek hatırını sorar, durumuyla ilgilenirdi. Rahatsız olup katılamadığı zamanlarda arar, selam ve iyi dileklerini gönderirdi. Dost ve hemşehri canlısı bir insandı.


Ali Amca son yıllarda, yazları tamamen Bürücek yaylasında geçiriyordu. Öyle ki bahar gelince gider sonbaharda inerdi. Bürücek’te ormanın içinde yamaçta uzaktan görünen iki apartmanın hemen altında dört beş kat yayla evinde yaşardı. Yıllar yılı buraya emek vermişti. Her türlü meyve ağaçları olan bahçesi, çam ağaçları, çeşmesi, kamelyası, terasları ile güzel bir yayla konağıdır burası. Üç yıl yazları Bürücek yaylasında komşu olmuştuk. Ailece ziyaretine giderdik. Uzun yaz günlerinde,  serin ortamda üşüdüğümüzde, içeride sohbetlere dalardık. Andırın,

Kadirli, Çukurova kıtlık yılları, eşkıya hikâyeleri ilgimizi çeker, saatlerce dinlerdik. Evinde bizlere ne yapacağını şaşırırdı. O, yanında ne varsa ikram eder, olmayanları çarşıdan getirtirdi. Hanımı Seyhan Hanım(teyze) ile cömertlikte adeta yarışırlardı. Bu aile, varını yoğunu paylaşan, paylaştıkça varı yoğu artan ailelere güzel bir misaldir.


Ali Amca, çocukları çok severdi. Çocuklarla ilgilenir, onların dünyasına iner, onlarla aynı dili konuşurdu. Çocukların mutlu olması için elinden geleni yapardı. Çocuklara gençlere hayatından, tecrübelerinden aktarır, nasihat verirdi. Nasihatleri biz büyükler için de birer ışıktı. Bizim gençler Aykut ve Burak ile arkadaş gibiydiler.


Ali Amca, sağlığına iyi geldiği için Bürücek yaylasında kalırdı. Akraba, eş ve dostları sık sık yanına uğrardı. Gelenlerle sohbet ederdi. Çevresinde saygı uyandırırdı. Sabah yürüyüşünü ve sporunu eksik etmezdi. Adana’da da günlük yürüyüşünü yapardı. Karşılaştığı insanlarla selamlaşırdı. Komşuları, iş çevresi, akraba ve dostları onu sık sık arardı. Cömertlik, kendini aşan olgunluk, söz söyleme adabı, insanları kucaklayışı, mütevazîliği, dürüstlüğü, beyefendiliği, güzel Türkçesi en güzel taraflarıydı. Adana tabiriyle “bonkör”, hayırsever, iyilikten hoşlanan bir insandı. Hayatında sağlıkla varlığın farkına varmış biriydi. Her ikisi de cemiyetin içinde paylaşarak var olacağına inanırdı. “Varlığı ve sağlığı, faydalı olmak için kullanmalı.”derdi.


Ali Amca’nın hayatı ta çocukluğundan beri dolu dolu geçer. İçinde bulunduğu toplumun ve dönemin siyasi, sosyal, kültürel olaylarına karşı duyarlı olmuş birisiydi. Bu nedenle hayatı Çukurova tarihinden bir kesitti. Toplum ondan çok şey beklemişti. O da verebileceği kadar vermişti. Bundan sonra topluma düşen görev onun ismini, anısını yaşatmak olmalıdır. Bu görev başta ailesine ve bizlere düşmektedir. Ali Amca bedenen aramızda olmasa da bıraktığı izlerle hep var olacaktır. Allah’tan rahmet diliyorum.

ÖZGEÇMİŞİ


Ali Gürbüz 1922 yılında Andırının Çokak nahiyesinde doğdu. Babası Durdu Gürbüz köşkerlik sanatıyla iştigal etmektedir. Ali Gürbüz çocukluğunda baba mesleği ile ilgilenir. Ticareti ve sanatı babasından öğrenir. Daha sonra tahsil için Kadirliye gelir. Ticaret hayatına Kadirlide başlar. Briket imalathanesi kurar. Demir ticaretini de içine katarak işini büyütür. Kadirli ticaretine dar gelmeye başlayınca dostlarının da tavsiyesiyle ticaret hayatını Adana’da sürdürür. Yıllarca Adananın vergi rekortmenleri arasında yerini alır. Şimdilerde ise sosyal ve kültürel faaliyetler içerisindedir. Andırın Derneğinin gelişimi ve ilerlemesinde önemli maddi ve manevi katkıları olmuştur. Bilgi ve birikimlerini genç nesillere aktarmaktan ve tavsiyelerde bulunmaktan zevk almaktadır. Üç çocuğu olan Ali Gürbüz eşi Seyhan hanımla evlidir.

Röportaj

Çinlilerin bir ‘Ata Sözü’ vardır. “ Ölen her bir yaşlı, yok olmuş bir kütüphanedir” derler.

Yıllık iznimi memleketimde geçirmek için yola çıkmadan evvel, değerli kaymakamımız ve Başkanımız Sn. Ahmet Narinoğlu, bana “Tirşik Dergisi” için, abide ve önemli bir takım şahsiyetlerle röportaj yapmamı salık verdi. Benim de böyle bir çalışmayı düşlüyordum ama, öncelik sıralaması hakkında bir düşüncem olmamıştı. Sn. Kaymakamımız, bana bu konuda birkaç isim önerdi. Önerdiği isimler gerçekten  öncelik sıralamasında olması gereken şahsiyetlerdi. Bunlar, Andırın’ın yetirtişdiği önemli kıymetlerdi. İş adamı Ali Gürbüz, Dr. Nejat Yaycıoğlu ve Geben
Kasabası’nın emekli imamı Hacı Mehmetti.


Öncelikle Geben kasabası’nda ikamet eden Hacı Mehmet’in evine vardım. Ev ahalisi beni sıcak karşıladı. Meramımı anlattım. Memnuniyet karşıladılar.  Önce eşinin fotoğrafını çektim. Sonra kendisinin sırtını duvara vermiş oturur haldeki fotoğrafını çektim yaşlı çınarın. Sonra ses alma cihazını açtım. Ne fayda ki, yaşı yüzü devirmiş koca bir çınarla röportaj yapma imkanını bulamadım; çünkü, Mehmet Amca’nın hafızası zayıflamış, konuşmaya mecali kalmamıştı. Yapacak bir şey yoktu,’ses alma cihazı’mı kapattım ve geriye döndüm.


Kaymakam Beyin Adana’daki röportajlarda bana yardımcı olmam için,  Platformumuzun üyesi ve aynı zamanda Tirşik Dergisi’nin Yayın Kurulunda görev alan Tahsin Sarıbıyığı önermişti. Tahsin Beyle telefonda bu hususta  görüş alış-verişinde bulunduk. Tahsin Beyi de bu konuda heyecanlı buldum. Bana bu hususta elinden geldiğince yardımcı olacağı hususunda teminatlar verdi. Tahsin Bey, Ali Gürbüz ve Nejat yaycıoğlu ile görüşmeler yaparak, söz konusu şahsiyetlerden randevu günü ve saatini aldı ve bana bildirdi.


İlk röportajımı o gün, bizim için Büzücek yaylasındaki evinden ayrılarak, hala sıcak günlerin yaşandığı Adana’daki.evinde ağırlayan iş adamımız Ali Gürbüz’le yapma şansını yakalamıştım.


Ali  Amca, benim de köylüm olur. Otuz dört yıldır da kendisini görememiştim. Doğrusu çok heyecanlıydım. Fizik olarak ne gibi değişiklik göstermiştir diye düşünüyordum. Karşılaştığımda, gerçekten şaşırdım, Seksenbeş yaşında olmasına rağmen, oldukça dinç ve sağlıklı görünüyordu. Ses  cihazımı açtım, daha ilk sorumu sormadan anlatmaya başladı hayat hikayesini.


Üçyüzkırikiliyim. Askere sevk edecekler. O yıl, Andırın’da , üçyüz elli kişi askere gidiyor”.Daha böyle bir kalabalık, daha böyle bir asker sevkiyatı  olmadı Andırın’da” diyor, yaşlı adamlar. Hakikaten olmadı, bunu ben de biliyorum. Toplandık, sıraya düzdüler. Zabit geldi, şube reisi. Şöyle bir göz gezdirdi. Bana “gel”, dedi, geldim. “Şu bayrağı al” dedi.  Bayrağı aldım. “Öne düş” dedi. Öne düştüm… Bizi uğurladılar. Alkışladılar, filan…Fırıncı Mehmet var idi, topal. O bir beygir kiralamış, kendinin de yok beygiri. “Aliğa gel” dediler, vardım, “Bunu Fırıncı Mehmet gönderdi” dediler. Teşekkür ettik. “Para-pul vermeyeceksin” dediler. Huyunu da biliyorum Adamın. Bizim su değirmenimiz vardı. Yıllarca orada oda verdik. Babam da insancıl adamdı. Tuttuğunu tutar. Bizi Kadirli’ye kadar  O Atınan  sevk ettiler. Kadirli’ye geldik. Kadirli’den kamyona dolduk, Ceyhan İstasyonu’na geldik.  Oradan trene bindik; hareket ettik, aman yarabbi, Torosları geçeceğimiz sırada, bir kapsül patlatmışlar!  Tren hattına yağmur da yağmış, sel gelmiş, tren hattının altını oymuş. Durdurdular treni. İnin dediler, hepimiz indik. Aboo,  baktık ki trenin rayı askıda! Kıl paya! getsek, gederdik.  Alt yanımız uçurum. “Genç Askerler” dediler bize. Allah yüzünüze baktı” dediler. Hiç unutmam bunu! “Ölümden döndünüz, bunu biliyor musunuz?” dediler. Şimdi, şöyle bir kayalık görüküyor, o kayalıktan buraya taş gelecek. Nasıl edecek, ben sana vereceem, sen ötekine vereceen. Ben ilk sıraya girenlerdenim. Benden sonra iki kişi daha var. Hiç kimse şurdan şuraya götürme yok. O, ona veriyor, o ona veriyor. Şakır, şakır, şakır… Orayı yaptık. Bak kurban olduğum Allah, bizi nasıl da bulaştırdı. Ne büyük sevap aldık o zamanlar. Efendim, burası yapıldı. Mühendisler geldi, ‘rapor’ verdi, “geçer mi?”, “geçer” dediler. O trende ne kadar adam var biliyon mu? Başka sevkıyattan da  bindiler. Sırf Andırının üçyüzelli kişisi var.Bindik amma trene, ay o trenin içini görme!.. Daha önce mal götürmüşler, berbat! O zamanlar, kim kime, dum dumieydi. Oturamadık, yatamadık. Ben ilk. Askerliğe böyle başladım.


Soru: Andırın gibi, ticari geleneği olmayan bir yerden kalkıp, Adana gibi büyük bir şehre geldiniz ve ticaretle iştigal oldunuz. Bu geleneği nasıl aştınız ve başarılı bir iş adamı olabildiniz?

Cevap: Ticarete karşı bir tutkum vardı.  Daima,ticaret yapmayı düşünürdüm. Babam, “Alim yavrum, sen hangi işe atılırsan atıl,  inşallah netice alırsın, sana güveniyorum” derdi. Hatta, son günlerini yaşıyor,” babacığım bize bir öğüdün-nasihatın var mı?” dedim. Allah gecinden versin, sende bir ölüm şeyi yok; amma, işte oturuyorduk. Gardaşlarım da var. ağabeylerim, ablalarım da var. Ne de olsa bizden tecrübelisin. Her zaman muhtacız. Senin öğüdüne-nasihatına dedim. Düşündü, düşündü...! “Ali, yavrum sen varsın, ben sana bir şey demem” dedi. Hakkı, tuttu elime verdi. Babamdan, hep böyle kibar sözler… Daima, doğruya doğru konuşur, eğriye” eğrisin” derdi. Böyle bir insandı. Örnek vereyim: Ali Saip yüzbaşıyı Eşkiyalar, Sarı Böösekte, şurdan kurşunladılar, şurdan çıktı!  Babamı, elinden vurdular, eli şöyle çolak idi.  O kadar zor ettiler, Maaşa bağlanmadı,”yiyecek ekmeğim var” dedi. Böyle babayı ben nerden bulurum.


Bir gün Adana’ya geliyoruk, otobüs yolda patinaj etti, geri döndük. Ceyhan’a vardık, trene bindik. Adana’ya gelmiyor otobüs, patanaj etti. Babam bir adamla hemen kucaklaştı. Ben ufak  çocuğum, yanlarına sokuldum. Ali Saip’miş Yüzbaşı Ali Sahip.  ” Durdu” dedi, “nasıl vaziyetin?”
“İyi şükür” dedi. Otuz bin dönüm bir tarla aldı, gavur tarlası. Bizim babanın Yüzbaşısı.


Soru:
Çokak’tan mı?

Yok, burada,  Cihanbekir’li Köyü’nden. Babama dedi ki: “Üçyüz dönüm tarla vereyim sana” dedi. “  ı ıh, tarlam var” dedi. Şunu dedi, bunu dedi, hiç birini kabul etmedi. “Ceylan gibi bir Arap tayım var onu vereyim” dedi,”yok”, dedi. “Maaşa bağlandın mı?” dedi, “yok” dedi. “Ankara’ya gidiyorum, işini yaptırayım, maaşa...”  “yok” dedi. Babama karşı sevgim bir kat daha arttı. Neyse,  ayrıldık.

Efendim. Gelelim ticarete: Ticarete çok meyaldım. Zevk alırdım. Muhit fakir. Orman işçiliği yaptım. Orman  Kerestesi  kestim, naklettim. Kağnı arabalarıynan  Üzüceğe; Çokak’tan, Çığşar’dan kereste naklettim. Bal aldım,  sattım. Örneğin: Elbistan, Göksun,  Zeytin tarafına gittim. Mal alırım, getirir, Adana’da  satarım, Ceyhan’da satarım; ama, güvence yok! Beni soyabilirlerdi,  malımı alabilirlerdi elimden. O da hoşuma gitmedi. “Ben” dedim, “ticaret yapacağım” dedim babama. “Olur” dedi. Bir dükkanın olur, oturursun. Öyle ya, herkes senin yanına gelir, akşamdan evine gidersin. Bundan daha rahat  iş olurmu.


Tahsin Sarıbıyık:

Ali Amca O zamanlar Çokak’tan  kağnı ile kaç günde gelirdiniz, Üzüceğe?

Amaan hiş sorma Tahsin!.. Oy, oy, oy, oy!..Öküzler bizden perişan, biz öküzlerden perişandık!

Hulasa, Kadirli’ye geldim. Dükkan açtım. Çokta müşterim oldu.


Soru:
Ne üzerineydi?

Hububatçılık yaptım. Herkes  evde dartar gelir, bir de sen dartarsın. Senin darttığın tartı ‘tam’ gelirse, tam Müslümansın, tam esnafsın. Ama bir kısmını çalarlarsa, ona bir daha yaklaşmazlar. Uzun müddet orda kaldım. Ordan .Adana’ya geldim. Buradan mal aldığım arkadaşlarla konuştum: “Hay yavrum” dediler. Sen oranın adamı değilsin;  “Sen böyük göle git” dediler. Böyük gölde boğul” dediler. İstanbul’la  tavsiye ederik. İstanbul’a gitmez isen, “Adana’ya gel,” dediler. Olur dedim. Geldim, bir dar dükkan tuttum Adana’da. Tavana bir yazıhane yaptım. Mükemmel iş yaptım. Hatta bir gün telefon etti babam: “Yavrum nasıl Adana” dedi. “Kadirli ile mukayese edilmez, dedim. Onun on misli, mal satıyorum burada baba dedim. Hatta Van’a bile mal sattım ben dedim. Kadirli’de ben yüz sene kalsam, bir kilo mal satamam dedim.”İşine dikkat et”dedi. Şükür burada, iyi netice aldım. Şimdi şurasını söyleyim; vergide onsekizinci, yirmialtıncı, otuzüçüncü, yüzdoksanyedinci oldum Adana’da.  İnanın, ben Adana’nın zengini değilim; birinci zengini değilim amma; dürüst davrandım. Bak, onur belgelerim de karşımda. Şimdi bana sahip çıkarlar. Yolda-belde görürlerse, sahip çıkarlar. Dünden, Pozantı’da geldi biri yanıma: “Amcacığım nasılsın” dedi. “gördüğüm adam değilsin, ben seni çıkaramadım” deyince, “Ben şuyum” dedi. Bizim oğlan da yanımda, hayretle bakıyor!  Şükür, böyle de sahip çıkanım var. Kusura bakmayın, ben bunu fazladan söylüyorum ama…

Tahsin Sarıbıyık söze girdi: “Ben bile şahidim, Ali Amca” dedi.


Gürbüz:
Paramı değerlendirdim. Öyle, kuruşunu heder etmedim. Sıgaraya da vermedim, Rakıya da vermedim. “Yirmi günlük kahve hayatın var” derlerse, Tahsin inanma. Oturmadım. Ne yapayım orda ben. Efendim beş dairem var şimdi şeyde Bürücek’te. Gelmiyonuz ki? ”Bir gün gelin, misafir olun” diyorum, gelmiyonuz. Görmeye değer. Şükür, orda rahat ediyorum. Allah herkese öyle şeyler nasip etsin. Çocuğum okudu. Dünya yedincisi oldu Amerika’da, mezuniyet töreninde. Bügün de geldi, beni getirdi. Sizin için geldim.

Şimdi, gelelim Andırın’a. Allah bana  otuz tane Andırın  gibi kaza verse…N’olur şurdan bir kuruşumu yenmediler yahu; vallahi yemediler. Yüz tane Andırın gibi bir kaza olsa, ben yaşarım yahu. Ne yoruldum, ne şikayetim var. Bir daha tekrar ediyorum: Bir tek kuruşumu kimse yemedi. Andırın bu…


RÖPORTAJ /2

Hüsnü Karcı

 

Karcı: “Andırın’ın topyekun kalkınmasına yönelik bir düşünceniz var mı?”

Gürbüz: “Andırın’ın gelişmesi için çok kafa yordum. Bir örnek vereyim: Andırın  bir Misis değil; bir Yenice değil; bir Ceyhan değil; bir Osmaniye hiç değil. Arazi de pek yok. Şimdi düşünüyorum, liman şehri de değil. Bir  fabrikayı Mersin’e mi yaparsan ihracat farklı olur; yoksa , Andırın’a mı?  Buradan oraya nakliye masrafı; dönüşte nakliye masrafı…Ben, ümitli değilim.”


Karcı:”
Bugünlerde ‘Organik Tarım’ revaçta. Andırın’ın iklim, su ve toprak yapısı Organik Tarım’a müsait midir; Müsaitse bu hususta  neler yapılabilir?”

Gürbüz: “Andırın Halkı’na güvenirim. ‘Organik Gübre kullan’ de, başka gübre kullanmaz. İyi noktaya temas ettin; bu adamlara güvenirim ve Andırın Ovası’nın  ‘mümbit’ olması, bana ümit verir. Bunların malı Avrupa’da tutulsun, on sene sonrasını bozmazlar.”


Karcı
: “Çığşar’ın kirazı bir örnek olabilir: Her sene ihracata gitmekte, iyi de gelir getirmekte. Son dönemlerde ise, değerli Kaymakamımız Sn. Oktay Çağatay’ın bu husustaki gayretlerini izliyor ve takdir ediyoruz. Toprak ve iklim yapısına göre, çeşidi bol, verimli, kısa zamanda meyveye duran fidanların diktirdiğini biliyoruz. Üstelik, dünya genelinde Organik Ürünlerin  pahalı satıldığını ve üreticisine bol kazançlar sağladığını çeşitli kaynaklardan öğrenmekteyiz.Tecrübeli bir İş Adamı  olarak, bu hususta siz ne düşünürsünüz?

Gürbüz: “Bu sene bizim birader epey bahçe yaptı”


Karcı
: ” Türkmen mi?”

Gürbüz:  “Türkmen. İyi para kazandı. Bahçesi olanlar için aynı fikre katılırım. Bu Zingir’in arkası; Savrun Gözü’ne doğru bahçesi olanlar muazzam  para kazanıyorlar.”


Karcı
:  “Elma mı yetiştiriyorlar?”

Gürbüz:  “Kiraz,  kiraz. Mazgaç’a doğru.”


Karcı
: “ Eskiden Çığşar’da çok leziz ‘elma’ yetiştirirlerdi. Sonraları, ‘leke’ yapıyor diye tüm elma ağaçlarını kesip, yerlerine ‘kiraz’ diktiler.”

Gürbüz:  “Bende de vardı elma; söktüm, kiraz yaptım. Bir kere ‘turfanda’ satılıyor. Sebze, meyve çıkmadan o çıkıyor. Mübarek erken geliyor. Kiraz, ötekiler gibi nazlı tuzlu değil. Elma bir alem… Çiçek zamanı bir tolu vursun,  kökten gidiyor… Ama kiraz, mücadeleci bir ağaç; kolay kolay baş vermez, kol vermez.”


Karcı
:  “Geçmiş dönemlerle bugünleri değerlendirdiğimizde, Ulusal Kalkınmamız adına ne söylemek istersiniz?”

Gürbüz: “ Ben, bugüne kadar; Ülke Yönetiminde görev almış Başbakanları, Reisicumhurları şöyle gözümün önüne getirdim…Bunlar farklı! (şimdiki iktidar) Bunlardan çok ümitliyim…Şey kaça çıktı biliyon mu, borsa; Sekizyüz elliyedi, dokuzyüz’e  filana yükseldi. Diğerlerinin zamanında  mümkün müydü! Enflasyon iki onda altı, yedi onda dört düştü. Zamanında elli, altmış, kırk, otuzbeşti. Hesap ortada. Ben particiliği sevmem. Bunlara güveniyorum. Bunlar gibi dünyayla alış-veriş yapan, dünyayı iyi tanıyan kimseleri görmedim. İnşallah, başımızda üç-beş sene daha kalırlar da, işimiz çok güzel olur.”


Karcı
:  “Andırın’ın yakın tarihi ile alakalı söyleyecekleriniz var mıdır? Örneğin: Zihinlere çıkmamacasına  kazınan; yüreklerde  derin izler bırakan  ‘eşkıyalık’ dönemlerine ait, varsa anılarınız? “

Gürbüz: “ Vallahi, bir gün kapıya depik vuruldu! Küt…Küt…Küt… “Borazan Durdu, Borazan Durdu,” dediler. Anam hemen gitti, kapıyı açtı, “buyurun” dedi. Aboo, beş-altı tane eşkıya girdi içeri! Efendim, anam “yemek yapayım mı, aç mısınız, susuz musunuz..?” “Bir şey istemek!” dediler. “Bir silah isterik, bir de para isterik!” dediler.

“Haşim” isminde bir suratsız var içlerinde. Ben de ablamınan yatıyordum. Yorganı başımıza çektik, yüzlerini görmeyelim diye. Korktuk doğrusu! Babam dedi ki: “Silahım yok, sandıkta ne varsa hanım getirsin,” dedi.

“Yok!” dediler, “zaten verirsin o parayı. “Silah…” dediler.

“Vallahi silahım yok,” dedi; “olsa, yemin etmem,” dedi, babam.

Bu arada, kapı gene çalındı! Kendi aralarında fis-kosa başladılar!.. ‘Ulan, bu Deli Musduk gelir mi!’ dediler. Gele gele, Deli Musduk geldi, beğenin mi! O da onların arkadaşı. İçeri girer girmez toparlandılar. Bir babayiğit adamdı ki…’Ulan, dürzülük yapmadınız inşallah,” dedi. ‘Durdu Emmi’ye bir şey dediniz mi, sıkıştırdınız mı?’ dedi. Korktular! Biz seviniyorduk yorganın altında; bacımınan seviniyorduk! Öyle kapattılar. Deli Musduk, öyle kurtardı bizi. Bunlar, işi tamamen azdırdılar!.. Bizim köyün içinde, ‘Kırmızı Emine’ isminde bir kadını vurdular! Ölüsü, iki gün yerde kaldı. Köyün ortasında. Bizde gittik baktık. O’nu bir dedi-koduya ismi karışmış!.. Eşkıyalardan birinin de akrabasıymış. Gelmiş, köyün ortasında vurmuş.

Hulasa, uzatmayalım. Bu eşkıyalara ‘teslim olun, affedileceksiniz,’ şeklinde ilan ettiler. Eşkıyalar teslim oldular. Bizde toplandılar.’Hacı Serin’ isminde bir eşkıya vardı. Babam hala ‘hayret’ ederdi! ‘Bu niye eşkıya çıktı? Bu aklın, bu fikrin, bu dürüstlüğün sahibi..?’derdi o’na. Hacı: ‘Durdu Emmi teslim olduk amma, bizi vallahi billahi kurşuna dizerler!’ dedi.

‘Yavrum bilemem amma, Cenabıallah inşallah yardım eder, kurtulursunuz,’ dedi babam. Kozan’a hapsettiler bunları. Bunların otuz iki tanesine, ‘Adana’ya gideceksiniz, bura olmuyor, burada geçinemezsiniz,’ dediler. Kamyona bindirdiler, Tırmıl’ın Hüyüğü var, oraya varışın indirdiler. Otuzikisini de kurşuna düzdüler! Yalnız, Remzi Özdemir; kara müftülerden. O teslim olmadı. Geben’den Ahmet, Koca Ahmet; o da teslim olmadı. Ötekilerin hepsini sildiler, süpürdüler!..

Kurt koyunla yayılmaya başladı.  Koca Ahmet, süründü süründü, teslim olmadı. Koca Ahmet çok yamandı! Akifiye’den, Akçadağ’a geçiyormuş, bir Üsteğmen’i öldürmüş gavur!  Sinekle Dere’nin orada hapahap olmuşlar. ‘Teslim ol,’ demiş komutan, Andırın Jandarma Komutanı. Çekmiş vurmuş, attan düşürmüş adamı!

Sonra, Koca Ahmet mahkeme mahkeme… teslim oldu. Bilmem kaç sene sonra beraat etti. Geldi memleketine. Sen kağnı arabasına bin. Hastaymış! Başın dönsün, tekerin arasına düş! Öküzler yürüdükçe, kafasını sürtmüş teker! Ölmüş! Gördün mü? Kaç tane adam vurdu!..

Sarıbıyık: “ İspat edilemedi, beraat etti!”

Gürbüz: “ Beraat etti. O Teğmen’in akrabaları nerden bilsin! Bizler görüyorduk  amma, ihbar edemiyorduk, korkuyorduk!”

Allah o günleri bir daha göstermesin; çok çirkindi!


Karcı:  “
O dönemlerdeki eşkıyaları tanıyor muydunuz? Sayıca ve ismen biliyor musunuz?”

Gürbüz:  “Gizik Duran, koca Ahmet, Haşim, Deli Musduk, Oğul Mustafa.


Karcı: “
Bebek Emmi?”

Gürbüz: “ Bebek Emmi tenezzül etmez; o, Yiğit Adamdı! ‘Yiğitlerin yiğidi’ dedin mi, aklıma o gelir vallahi. Daha çoğudu amma, aklıma gelenler bu kadar.”


Karcı: “
Bu olaylar hangi yıllara tarihlenmekte?”

Gürbüz: “ Ben elliüç yaşındayım. Elli-altmış yıllık mesele.”


Karcı:  “
Andırın İnsanı,  hem geleneksellikten hem de geçim zorluğu nedenlerinden dolayı, okumaya meyletmektedirler. Çeşitli mesleki alanlarda yetişmiş beyin gücü vardır. Bu potansiyelleri bir araya getirerek, Andırın’ın kalkınmasına yönelik bir değerlendirme yapılabilir mi?”

Gürbüz: “ Bu ufak-tefek parayla olmaz… Geniş bir sermaye lazım, o da yok.”


Karcı:  “
Yakın coğrafyamızda bulunan Kayserililerden, Darendelilerden, Gürünlülerden feyiz almalı mıyız?”

Gürbüz:  “Onlar büyük işler yapabiliyorlar…Büyükşehirlerde toplanıyorlar. Fakat, Andırın o güce sahip değil. Yorulanlar, yarı yerde kalır…”


Karcı:  “
İş ve sosyal hayatınız nasıl gidiyor?”

Gürbüz: “ Bindokuzyüz doksanaltıdan beri emekliyim. Çok zor imiş avarelik. Allah seni inandırsın, anam dinim ağladı. Avarelikten kötü bir şey yokmuş. Vakit geçiremiyorum. Kendimi aptal gibi görüyorum.”


YORUM:

‘Topyekun  Kalkınma’nın  temelinde,  esası oluşturan olgu, cesur müteşebbislerin varlığıdır… Bu, asla yadsınamaz bir gerçektir..

Müteşebbislik: asla parayla  satın alınabilecek bir  meta değildir. Bilgi, Birikim, sabır, sebat, metanet, kabiliyet, zaman  ve güçlü sosyal ilişkiler ister. Öyle olmasaydı, herkes müteşebbis olabilirdi.

Ali Gürbüz, ‘zanaat ve ticaret geleneği’ olmayan bir yörenin evladı olarak, yukarıda sıraladığım vasıfları bünyesinde barındıran güçlü kişiliği- ticari cesareti olan   nadide değerlerimizdendir. Gürbüz, Röportajın içeriğinde, genç müteşebbislere, almaları  gereken  önemli ‘anahtar cümleler’ verdi. Aklı doğru kullanmanın ve çalışmanın  gerekliliğini; yaşadıklarından çıkarımlar yaparak, hayata dair, dün ile bugünü  özetledi. ‘Andırın İnsanı’nın erdemlerini anlattı. Ayrıca, Donanımı ve ‘makro’ bakışı ile, ekonomik kalkınmanın haritasını  da  çizdi. Aile büyüklerimizden duyduğumuz önemli tarihsel olayların  teyidini yaptı.

Çağ, hızlı Ulaşım-İletişim-Bilgi çağıdır. Bizler, moral değerlerimizi örselemeden- tüketmeden,  ‘topyekun Kalkınma’ adına çağın enstrümanlarını kullanarak, istikrarlı büyümeyi sağlamalıyız. Bir çok Ali Gürbüzler yetiştirmeliyiz.

Evet, ‘Maddi-Manevi Kalkınma’dan bahsederken, Vatandaşlık  kavramını daha geniş açma gereğini duydum. Vatandaşlık sadece bir ülkenin tebaası olarak algılanmamalı. Vatandaş, içinde yaşadığı coğrafyanın canlı- cansız her türlü varlığına sahip çıkmalı, korumalı-kollamalı.

Çevrenin ve zihinlerin kirlenmesine geçit vermemeli. Irk, din, dil anlayışından önce, insan olmanın erdemini kavramalı. ‘Ekonomik Kalkınmanın’ nimetleri olduğu kadar, külfetleri de vardır. Bu da aşırı tüketim, dikkatsizlik ve umarsızlığın eseridir.  Andırınlıların bu bilinçle, artık kabuğunu kırmalı, değerlerinden ödün vermeden  ufkunu açmalı, dünyaya daha geniş  perspektiften bakarak, maddi-manevi kazanımlarını  korumalı ve geliştirmelidir.

 

SON

Galeri


Ali Gürbüz
Ali Gürbüz