Müşir Kaya Canpolat

Ruhu Çukurova'ya bulanmış bir adam
"M Ü Ş İ R K A Y A C A N P O L A T"


Röportaj: Sezai ŞENGÖNÜL (Ocak/2010)

Ailenizden başlayarak tanıyabilir miyiz sizi?

Ailemiz Hekimhan'dan Kadirli kazasına göç etmiştir. 1932 doğumluyum, çocukluğum yaz ayları Andırın'ın Çığşar yaylasında, kışın da Kadirli'nin Kösepınar köyü, Şeritbeleği mezrasında geçmiştir. Babam çok evli, çok çocuklu “Bolat Mustafa”dır. Kadirli'de su değirmeni işleterek geçimini sağlardı. Annemin adı Zilfi'dir. İlkokulu Kadirli'de Cumhuriyet İlkokulunda, ortaokulu ve liseyi Adana'da yatılı olarak okudum. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini 1957’de bitirdikten sonra, 1958 yılında serbest avukatlık mesleğini seçtim. 50 yıldan beri İstanbul’da avukatlık yapmaktayım, askerliğimi yedek subay olarak Polatlı ve Sarıkamış’ta yaptım, ayrıca 1974 yılında Kıbrıs harekâtı sırasında Edirne topçu birliğinde 45 günde ihtiyat askerliği yaparak tamamladım. Bu kadar yıl sonra dönüp geriye baktığımda kişiliğimi belirleyen en önemli faktörün, babam olduğunu görüyorum, babamdan öğrendiklerimi tekrar ediyorum desem yalan olmaz. Çığşar yaylasından kaynayıp coşan Savrun ırmağı Ceyhan ırmağı ile nasıl birleşip Akdeniz’e karışıyorsa  o da, bizleri taşradan Kent'e doğru yönlendirmiş gibidir.


"Kadirli, Andırın, Çukurova" sözcüklerinin sizdeki karşılığı nedir diye sorsam?

Kadirli sözcüğü, dışarıdan haritada küçük bir kasabayı işaret eder, ama Kadirli'de çocukluğu geçenler için "hayır" diyorum. "Kadirliden olsun da çamurdan olsun." deriz, Kadirli benim için hem coğrafya hem aile tarihi, hem de şahsi tarihtir. Kadirli, bana çağrışımlar yaptıran bir şiir sözcüğüdür, şiir yazmaya Kadirli’de başladım, birini sevmeye de orada başladım, Kadirlilinin ne söylediği hala önemlidir benim için. Andırın sözcüğü de yayla demektir, Çığşar demektir, Çokak, Akifiye, Geben, Akçadağ, Höbek, Harmankaya demektir. Biraz emmioğlu, biraz ablam demektir. Bozulmamış doğa ve insan demektir ve Çığşar geceleri, kıpır kıpır görünen yıldızları elimle tutabileceğim kadar yakın hissettiğim yegâne yer... Çukurova, başlı başına Toros dağlarını yücelten alçak gönüllü bir zenginliktir, bayramlığını giyinirken sümbül kokularını sürünür, Karacaoğlan kokar, "Kardeş gediği" istasyonundan geçmeden ulaşamazsın Çukurova’ya, orda arkadaşlık kardeşliğe, komşuluklar aşka dönüşür. Bir yandan "Allah’ın adamı" saflığında diğer yandan "İnce Memet" eşkiyalığında, içtenliğini hiç yitirmeksizin...


Çocukluğunuzda gençliğinizde komşularınız, oyunlarınız ve yaptıklarınız?

Çocukluğunu 2.Dünya savaşında yaşayanların çocuk oyunlarından mahrum kaldığını unutmamak gerekir, hele de yoksulluk içinde kıvranan dağ köylerinde ise bu çocukluk daha da kötüdür. Çocuklar kuş avı için terkeş yapmasını, bilye oynamayı, cızdana binmeyi, çüş tuttum çüldürüm eşeği oynamayı, uçurtma uçurtmayı, kökeç oynamayı, yuvasından akrep çıkartmayı, ağaç yontmayı bilirlerdi benim zamanımda, tabi ben de bilirdim ve oynardım. Savaş şartları ve anasız kalmak beni vaktinden evvel büyüttüğü için oyundan soğuduğum zamanlar da olmuştur aslında, ölümü yakından gören tüm çocuklar da oyundan soğurlar sanırım.


"Şeritbeleği" mezrasında babanızın adına bir "Kütüphane" yaptırdınız bildiğim kadarıyla, amacına uygun olarak işlevini sürdürüyor mu, ilgiden memnun musunuz, neler yapılıyor orada bugün?

Babam çevrede çocuklarını okutmaya öncülük eden kişiliği nedeni ile tanındığı için, hemşehrilerimiz onun adına bir “Halk Kütüphanesi” yaptırmamızı istediler. Biz de evlatları olarak ortaklaşa yaptırdık ve açtık, kitaplar toplanmaya başlandı, köydeki çocuklar kitapları okumak için alıp okuduktan sonra geri getiriyorlar. Köyün öğretmeni de kitap okuyanları deftere kaydediyor. Kentlerde kitap okunmaz hale geldikçe köylerde okunacak ümidini veriyor burada gördüklerim. İlerde köykentler oluşacaksa bu Halk Kütüphanesi Kültür merkezine dönüşebilir ümidindeyim. Zaman zaman gittiğimde geride bıraktıklarımızı görünce tabi ki memnun oluyorum, mutluluk duyuyorum.

 

Kadirli'ye, Andırın'a zaman zaman gidip geliyorsunuz  bir değerlendirme yapacak olursanız  sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan eskiye nazaran buraların son halini nasıl buluyorsunuz?

Taşra kökenli olup da şehirlerde yaşayanların bu coşku kaynağından (Yaşadıkları Kasaba, Köy, Mezra vb.) kopmalarını doğru bulmuyorum. Kentsoylular böyle bir kaynaktan ne yazık ki yoksunlar, ancak her gidişimde sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan kayda değer bir gelişme olmadığını görüp üzülüyorum. Tarım ve hayvancılığa dayalı ekonomide gelişme yerine tam bir düşüş yaşanıyor. Mesela; Türkiye'de turpun yüzde 72’si sadece bizim Kadirli'de yetişiyor;ama bunun pazarlaması sanırım iyi yapılamıyor. Yine çok iyi olan “Karatepe el dokuması” kilimlerimiz var ve her yerde okumuş insanlarımız var; ama bizdeki “Lobicilik” anlayışını geliştirmemiz gerekli diye düşünüyorum. Yıllardır takip ediyorum; 5–10 samimi insanın dışında pek kimse elini taşın altına koymuyor. Ayrıca yöremizin payına sanayiden de bir şey düşmüyor. Hal böyle olunca işsizlik ve yoksulluk orada yaşayan insanlarımızın belini daha da büküyor. Yalnız Çığşar yaylasında elma bahçelerini söküp yerine kiraz ağaçları dikmek yaylacıların yüzünü güldürmüş; tek iyi haber bu. İhraç edilebilecek kalitede bir kiraz olması ve yurtdışına satışının olması tabi ki çok güzel olmuş yörenin insanı için. Keşke her yerde bu tür ekonomik girdiler olabilse. Her iki kasaba ve köylerinde istisna olan şeyler hariç sosyal ve kültürel yönden de gelişmiş değil, okuma yazma yüzdesi çok yüksek olan yerler olmasına karşın, bu kültürel ve ekonomik alana neden yansımıyor, nedenlerini araştırmak ve bu konuda çalışma yapmak gerekir, diye düşünüyorum. Ama son 2 yılda “Andırın ve Çukurova Platformu” olarak yaptığınız faaliyetler kayda değer, başarılı ilköğretim öğrencilerini her sene İstanbul'a getirmeniz, onların donanımı kalitesi açısından ufuk çizgilerini belirleme açısından çok önemli, artı dağ yürüyüşleri, ve çınar geçidi şenlikleri çok güzel, özellikle kültürümüzü Tirşik Dergisi aracılığıyla kayıt altına almanız, bilgi sahibi yörenin yetiştirdiği kişilerle mülakatlarınız, yörenin hikayelerini, ağıtlarını dilini aktaran yazılarınız çok önemli, takdire şayan bir hizmet, özlemini duyduğumuz şeylerden, bunu da burada belirtmeliyim. Yörenin geleneksel sözlü kültürünün yazılı kültüre dönüşeceği ve gelişeceği beklenirken, televizyonun görüntülü magazin kültürü ile yozlaşması bence yıkımdır. Değerlerin bile unutulmasına yol açan bu gidi, ilerde bir kültür devrimini gerektirebilir diye düşünüyorum.

 

Bir kulağınız hep memlekette sizi tanıdığım zamandan beri bunu severek söylüyorum, neye borçlusunuz bunu?

Memleketimizle ilgili ilişkimiz sevgiye dayalı bir ilişkidir, sevmekten başka bir yolumuz yoktur, var oluşumuzu borçlu olduğumuz yerdir orası. Memleket, insanın insana alışmasını sağlar. Din, sanat, felsefe, tiyatro, şiir, müzik insanın insana alışmasını ve  insanı sevmesini sağlamak için ortaya çıkmıştır. Memleketimi ve Türkçe dilimi, torunlarımı sever gibi seviyorum.


Yurt içinde ve dışında birçok yer gezdiniz gördünüz eminim, memleket duygusu nasıl tezahür ediyor buralarda?

Mesleğim gereği yurdumuzun birçok yerini gezip gördüm. Buraları görünce kendi memleketime olan sevgim ve bağlılığım daha da arttı. Yerleşim merkezlerine alıcı gözle baktım; ancak doğduğum büyüdüğüm kasabam, köylerini özletmeyecek bir yer bulamadım. Yurt dışında ise; Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Hollanda, Belçika, Fransa, Rusya, Azerbaycan, Letonya, Litvanya'yı gezdim ve gördüm. Her gittiğim yerde birkaç gün sonra sıla özlemimin kabardığını, bundan dolayı yurt dışında uzun süre kalamayacağımı anladım.

Şair bir avukatsınız, “Sevgi Halleri” ve “Düşünceden İçeri” isimli şiir kitaplarınızda, bazı motifler göze çarpıyor. Sosyal içerikli, toplumsal, memleket sevgisi, insan sevgisi, arkadaşlık, emek, dostluk gibi; bu motifleri işlemenizde memleketinize düşen pay nedir desek?

Dağlarca'nın deyimi ile şiirlerin belli bir siklet merkezi olmalıdır, aksi halde şiirin bir noksanı yoksa bile tamamlanmış olmaz. Şiir kuşkusuz yönünü sonsuza çevirmelidir, bastığı yer belli değilse sonsuza ulaşması da kuşkuludur. Taşra kökenli çocuklar küçük yaşlarda dağların zirvesinden geçen ufuk çizgisini görürler. Şiirin doğum yeri böyle bir yer olmalıdır. Benim ufuk çizgim Toros dağlarından özellikle Tekeçoğun'dan geçtiği için şiirlerime memleketimin, insanımın, yerel değerlerimin girmesinden daha doğal ne olabilir ki? Tabi önemli olan diğer bir şey de bu değerleri evrensele taşıyabilmektir.

 

 

 

Fazıl Hüsnü DAĞLARCA” dan bahsetmişken 40 yıla yakın zamandır hem arkadaşınız olduğunu hem de zaman zaman hukuki işlerini takip ettiğinizi belirtmiştiniz. Çocukluk yılları Kozan Adana ve Tarsus'ta geçmiş ve ilkokulu, ortaokulu oralarda okumuş Çukurova'ya bulaşmış yani o da .“Çocuk ve Allah” İsimli kitabı sanki çok alaka gördü, konuşuldu. Bu kitaptaki şiirlerin, bu kitabın özel bir yeri var mıydı Dağlarca'nın yanında; hiç konuştunuz mu?

Doğru, yakın arkadaşımdı kendisi, zaman zaman da hukuki işlerini 1974 yılından bu yana ben takip etmişimdir. Çocukluk yılları Çukurova’da geçmiştir, askeri okula başlayana kadar, hala akrabaları vardır Adana'da. Dağlarca çok genç yaşında “Havaya Çizilen Dünya”, “Çocuk ve Allah” isimli kitaplarını yayınlamıştı. “Çocuk ve Allah” isimli kitabının gördüğü ilgi, yaşamı boyunca devam etmiştir. Bu durumun sonraki çalışmalarına ayak bağı olduğunu konuşmalarımız esnasında bana söylemiştir, ilerde anılarımı yazacağım daha detaylı bahsedeceğim bu konudan.

 

"Yaşar KEMAL'le sanırım babanızdan dolayı bir arkadaşlığınız var babanızla iyi görüşürlermiş. Yine ölen eşi Tilda ile beraber Kadirli'ye gelerek babanızı ziyaret etmişler bir tarihte. Bundan bahseder misiniz biraz da ?

Evet, emeğin en yüce değerlerden biri olduğunu önce babamdan öğrendim, sonra Kadirli'de Yaşar Kemal'den ve ayakkabı ustası Mustafa Biçer'den, Avluklu köyünden Hacı Ali Göktaş'tan esinlendim. Babamla tanışmışlıkları vardır. Yaşar KEMAL Kozan Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanırken bu davada verdiği şahit ifadesi ile tahliyesine katkıda bulunmuştur. Kadirli'den İstanbul'a gitmesi için telkinde bulunmuş; "Balığın Gölüne göre büyüyeceğini," ona anlatmıştır. Yaşar KEMAL, babamı "İNCE MEMET" ve diğer romanlarında da anmaktadır. Kadirli'ye gelişlerinde ölen eşi Tilda ile birlikte babamı değirmeninde ziyaret etmişlerdir. Tilda, İstanbul'a döndüğünde babamla ilgili gözlemini bana şöyle anlatmıştır: “Antik çağın bilgeleri için gerçekten yaşadılar mı yoksa birer efsane mi diye kuşkuya düştüğüm olurdu. Değirmende babanı dinledikten sonra eski bilgelerin de yaşadıklarından artık kuşkum kalmadı.” demişti. Şiir kitabımda "Yukarı Değirmen" isimli şiirde bundan bahsediyorum.


Bir de 2007 yılında idi sanırım. "Bir 150'liğin Mektupları " isimli bir kitap okumuş ve çok şaşırmıştım. Size de bahsetmiştim Kadirli'de  doğan "Ali İlmi  Fani (Bilgili)" den. Merhum MEHMET AKİF ERSOY'la yakın arkadaş, CEMİL MERİÇ'te emeği olan birisi bu kişi aynı zamanda. Atatürk'ün affıyla 1937'de yurda dönünce sizin de bildiğiniz gibi Kadirli'ye gelmiş ve orada yaşamış bir müddet, üniversitede okurken onunla konuştuğunuzu söylemiştiniz bir sohbetimizde. Neler konuşmuştunuz? İlginç bir kişiliği var ve bilen çok az, bu vesileyle okuyucularla paylaşalım bu anınızı da.

Evet, Ali İlmi FANİ'yi üniversite yıllarında Kadirli'ye tatile geldiğimde "Şehir Kulübünde" öğretmenlerle görüşürken tanıdım. Kendisine o zaman  şu soruyu sormuştum: “Osmanlının son dönemlerinde bizim gibi genç yaşta olmalısınız. Osmanlı Mebusan Meclisi’nde "Milli Misak" kabul edilmiştir. Cumhuriyet, Milli Misak sınırlarını gerçekleştirmiştir; muhalefetinizi şimdi nasıl açıklıyorsunuz?” Bu soruma Ali İlmi Bey: “O dönemin Osmanlı gençleri bizdik, İmparatorluğun parçalanmasına küçülmesine razı olamazdık. Bizim içtihatımız bu merkezdeydi.” diyerek cevap vermiştir.


Bildiğim kadarıyla uzun yıllar avukat olarak sendikada hukuk komisyonunda müdürlük yaptınız. Hep  merak etmişimdir. Neden yıllardır bizde sendikalar hep aynıdır, yenileri eklenmez ve yöneticiler uzun yıllar hatta emekli olana kadar görev yaparlar? Çeşitli esnaf ve sanatkâr odaları için de aynısını diyebilirim.
Evet, maalesef ülkemizde sendikal örgütlenme  geleneği siyasi parti örgütlenme geleneğinden farklı değildir. Öncelikle demokrasinin gereği olarak, örgütlenme tabandan gelmelidir tepeden değil ve  demokratik merkeziyetçilik ilkeleri doğrultusunda yönetilmelidir. Ülkemizde ise tam  tersine yıllarca değişmez başkanlık sistemine dönüşmekte hatta sendika, değişmez başkanın adı ile anılmaktadır. Bazı sendikaların örgütlenmesine (Disk gibi) müdahale edilmeseydi belki sistem kırılabilirdi.


Yılların hukukçusunu bulmuşken soralım. Biliyorsunuz Avrupa Birliği yasaları çerçevesinde uyum yasaları geldi ülkemize ve birtakım hukuki  düzenlemeler yapılıyor. Bunları eksileri artıları ile bir hukukçu gözüyle değerlendirir misiniz?

Avrupa birliği Kapitalizmin birliğini oluşturmak istiyor. Bu yolla sömürüsünü devam ettirecek, daha önce "Tüfekle", "Mikropla", "Çelikle" yaptığı sömürüyü bu kez de sömürenlerin büyük birlikteliği ile ebediyen devam ettirmek istiyor. Kuzeyin ve Batının bu girişimi Güneyin ve Doğunun gözünü boyamak içindir. Güney ve Doğunun insanları er geç bu gerçeği görecektir. Avrupa Birliği uyum yasaları hukuki yönden belki noksanlarımızı tamamlamamıza yarayabilecektir; ancak özgün değerlerimizi, bizi farklı kılan özgün kültürümüzü korumak ve geliştirmekten başka çaremiz de yoktur. Onların egoizmi ile bizim "Mağfiretçilik" anlayışımız arasında kan uyuşmazlığı vardır. Yeri gelmişken bizim mağfiretçiliğimizin hangi kaynaktan beslendiğine örnek olması için bir "KALMUK" Efsanesini anlatayım:  Asya bozkırında bir ot vardır adı "AMALUNGA"dır. Efsaneye göre bu otu bulan "ölümsüzlüğe" ulaşacaktır; ancak bu otu başkası için arayan bulabilecektir, kendisi için arayan asla bulamayacaktır. İşte bizim mağfiretçiliğimiz bu kaynaklardan beslendiği için kan uyuşmazlığımız vardır onlarla diyorum.


Bir hatıranızı, ardından da gençlerimizin kulağına küpe olması için  birkaç tavsiyenizi alabilir miyiz?

Kadirli’de "Deli Müftü" isminde yaşlanmış bir delimiz vardı. Kasabada başka delilerimiz de vardı. Müftü iken bir ağa kızına âşık olduğu için dövüle dövüle delirtildiği söylenirdi Yine bu olaydan da "Delisi Olmak" isimli şiirimde bahsetmiştim. Bir de deliler birbirlerini gözünden tanırlardı, Deli Müftünün de korktuğu başka bir deli vardı. Üniversite yıllarında Kadirli'ye geldiğimde bu insanları da görmek arzusu olurdu hep, bir ziyaret esnasında "Deli Müftü’ye" rastladım. Türkü söylemesini istediğimde 25 kuruş istedi. Verdikten sonra hüzünlü bir türkü söyledi, 25 kuruş daha vereyim bir "Karacoğlan" türküsü daha söyle dediğimde, bana bakarak: “O para Karacoğlan’ı idare etmez.” demişti. Tavsiye olarak da genç çocuklarımıza şunu söylemek isterim: Tüm kötü alışkanlıklara karşı çıkmalı, erdemli, kişilikli, dürüst, haksızlıklara karşı çıkan, topluma, tüm insanlığa faydalı olacak güzel şeyler yapmalıyız. Son olarak da okul arkadaşlarıma, akrabalarıma, bizi tanıyanlara ve tüm hemşehrilerimize de selam yolluyorum aracılığınız ile ve teşekkür ediyorum; bizi hemşehrilerimize ulaştırdığınız için.

Galeri


Müşir Kaya Canpolat