Dr. Nejat Yaycıoğlu

Söyleşi: Hüsnü KARCI

Dr. Nejat Yaycıoğlu,  memleketimizin yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden biridir. Yaycıoğlu’nu, “Tirşik Dergisi” adına yaptığım söyleşi sırasında  yakinen tanıdım. Karşımda, güler yüzlü, hoşsohbet bir insan vardı.  Anlattıklarından etkilenmemek mümkün değildi; çünkü, bir çok ülke gezmiş, bulunduğu ülke ve/veya ülkelerde   mesleki çalışmalar yapmış, açık fikirliliği, bilgisi, birikimi, düşünceleri ve  önerileriyle  aydın kişiliği öne çıkan farlı bir şahsiyetti. Keşke zamanımız müsait olsa da uzun uzun sohbet etme imkanı bulabilseydik. Dağarcığında bize anlatacakları çok şeyler olmalı; bizim de  anlattıklarından  vazife çıkaracağımız çok şeyler…

Yaycıoğlu Ailesi, Andırın için ayrı bir önem ifade eder…’Yerel  kurtuluş mücadelemizde’, Andırın için risk alan ve Andırın için bir şeyler yapma çabasında olan ‘önemli’  Ailelerden biridir. Aile, Andırın’ı  siyasi olarak bir çok kez TBMM’de  temsil etmiştir. Ailenin okuyanı çoktur…  Devlet katında önemli görevler üstlenmiş bürokratları da olmuştur…     Yaycıoğlu’na ‘röportaj’ amaçlı gitmiştim. İlk sorumdan itibaren  Andırın Tarihi’ni anlatmaya başladı… Tarihe tanıklık etmiş bir ailenin ferdi olarak öyle güzel şeyler anlatmaya başladı ki, sözünü keserek, klasik kalıpta röportaj yapmak doğru olmazdı. Çok soru sormadım; röportaj, söyleşi havasına  gelişti...Söyleşi,  bazı önemli konularda odaklandı ki, bir tanesi de ‘bilgi’ üzerineydi. Bilginin önemini uzun uzun anlattı… Hakikaten bilgi o kadar önemli bir kavramdır ki, asla parayla satın alınabilecek bir ‘meta’da değildir; ancak okuyarak, yaşayarak, merak ederek; uzun zamanlarda kazanılarak elde edilebilinen  bir değerdir! Yaycıoğlu,  söyleşi esnasında   gördüklerinden, duyduklarından, yaşadıklarından örneklemeler yaparak, bilgiyi anlattı. Bugüne döndüğümüzde; dünyadaki ekonomik, siyasi, askeri, teknolojik, sosyal ve kültürel gelişmeleri - dönüşmeleri izlediğimizde; bilginin ne kadar büyük bir güç olduğunu hemencecik anlayabiliriz. O halde, Yaycıoğlu’nun anlattıklarından anahtar cümleler çıkartarak, yerel ve ulusal kalkınmamız adına bir değerlendirme yapabiliriz. Nejat Beyin  söz konusu kavramlar üzerinde, “Andırın” adına ‘bir şeyler yapma’ isteği-arzusu beni hemşerilerim adına çok mutlandırdı. Hele ki, Platform çerçevesinde Andırın’da bir “Etnografya Müzesi” kurulması önerilerimizi memnuniyetle kabul etti; bu hususta  arsa tahsisi sözü de verdi;  bu  söz, tarihimiz ve geleceğimizin aydınlığı  adına muhteşem bir ‘iz düşümü’ olacaktır!..

İki saate yakın bir söyleşi gerçekleştirdik, ben bu sohbetten mutlu ayrıldım.

Yaycıoğlu Ailesi Andırın ve Çevresi’nin  yakın tarihine ne ölçüde tanıklık etmiştir?

-1909’da Adana’da Ermenilerle Türkler birbirlerine girerler!..Ve bu olay, bütün Çukurova’ya yayılmış, köylerde ve kazalarda da aynı şey devam etmiş; sanki düğmeye basılmış gibi… Özel bir organizasyon yok, Türk kamuoyunda böyle bir kanaat hasıl olmuş…

Bu Ermeniler, Çukurova’da bir ‘devlet’ kurmak istiyorlar! Bunun için ‘olay’ çıkartmak istiyorlar!.. Bunu bahane ederek,  Avrupa Devletleri’ni müdahale ettirip, bağımsız bir devlet kurmak istiyorlar. Bu kanaat, Türk Halkı’na yerleşmiş. Burada olaylar başlayınca,  bu defa bütün civar ‘kaza’lara da intikal etmiş!.. Resmi kayıtlara göre,  Adana da ölenlerin sayısı, üç bin civarında! Kadirli de ölenler var, Kozan da var, Saimbeyli de var, Osmaniye de var, Ceyhan da var; daha fazla da Dörtyol da, Erzin de var!..Böyle bütün  bölgeye yayılmış, Andırın’a da intikal etmiş!.. Yirmi beş kişiyi tutuklamışlar! Onları sen bilirsin; (Tahsin Sarıbıyık’a) Bilal’ın babası. Onların bir tutusu varmış; O, kahvede  otururken,  Bir Ermeni de ben öldürdüm! demiş. Adamı ihbar etmişler; götürüp Erzin de asmışlar!


Yaycıoğlu Ailesi’ni tanımlar mısınız?

-Efendim, Yaycıoğulları’nı şeceresini tam bilmiyorum; ama duyduğum; Orta Asya’dan  Kilis’e gelmişler. Orda bir köyleri var. Ben oradaki Yaycıoğulları’ndan birini de  gördüm. Vergi Dairesi’nde çalışan bir adam. Bu Ahmet Yaycıoğlu’nun dedesi gitti, oradan geyik postuna yazılmış bir şecere getirdi; ama bir türlü bunun okunmasını temin edemedik. En son Sefa Vayısoğlu’na verdiler. Oradan da kayboldu mu?.. Öylece gitti , bilmiyorum. Daha evveliyatını bilmiyoruz. Kilis’ten Maraş’a gelmişler. Bütün aile…Orada Bayazıtlar var.  Yavuz Sultan Selim Mısır’a gideceği zaman,  Dülkadir Oğulları’na haber göndermiş, işte şu kadar askerinle bana iştirak et, diye. O da Memlukları tutmuş. (Selim’in  dayısı olur Alaüddevle) Bunun üzerine, Elbistan Ovası’nda mücadele olmuş ve Alaüdddevle  kaçmış… Galiba Çukurhisar da yakalamışlar. Kafasını kesmiş, tepsiye koymuş, götürmüş vermişler! (Yavuz’a) Yavuz Sultan Selim bunun üzerine, Dulkadiroğulları’nın nüfusunu kırmak için, Kars’tan Bayazıtlıları getirmiş. Orda ‘Bayazıt Şehri’ var. Beyliği onlara vermiş. Efendim, Yaycıoğulları oraya gelince (Maraş’a) sığdırmamışlar. Orada hamamları filan da varmış. Bunun üzerine Yaycıoğulları Andırın’a gelmiş, yerleşmişler. Yavaş yavaş Bayazıtlıların mülklerini satın almışlar. Andırın Kazası’nda hakimiyet ‘mülk’ itibariyle, ‘arazi’ itibariyle Yaycılıların eline geçmiş.

Efendim, ‘Milli Mücadele’ başladığı zaman, Osman Tufan Paşa;( biliyorsunuz bu bir yüzbaşı.) balkanlarda, Osmanlı Ordusu’nda  harp bittikten sonra Rauf Orbay’ın yanına gitmiş. O’nun niyeti de o zaman; ‘Turan İmparatorluğu O’na takılmış. Bu fikirle Onunla beraber İran’a kadar gitmiş; bakmışlar ki, bu işin ucu- bucağı yok. Geri dönmüşler. Ondan sonra,  Rauf Orbay ilk önce ‘Ege’ tarafına gitmiş. Bakmışlar ki, orada da dikiş tutturmak mümkün değil! Yunan Ordusu gelmiş vaziyette… Orada düzenli bir ordu var, Türkiye’nin hiçbir şeyi yok… Bunun üzerine, Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gitmeye karar vermişler. Ve Mustafa Kemal Paşa da Samsun’a çıkmış o devrede. Samsun da ‘Havza’ var. Atatürk Havza’ya gelirken,  ‘hoşunuza gider diye anlatmak istiyorum. Yolda arabası arıza vermiş. O zamanki şoförler, ‘makinist’ olurdu. Yolda yolakta kim arabayı tamir edecektir, bilmem ne… Öyle bir durum. Adam, (makinist) indirmiş içindeki yolcuları.‘Siz, demiş, biraz bekleyin, ben bunu tamir edeyim. Atatürk ve diğerleri, karşıda bir çiftçiyi görmüşler;  Adam çift sürüyor, aksıyor; sakatlığı var! Yanında da yaveri var. (Atatürk’ün yaveri) Atam, demişler, gel şu Adam’ın yanına gidelim, demişler. Gitmişler… Selamünaleyküm…Aleykümselam… Köylü, efendim sen niye geldin buraya? demiş. İşte, ben paşayım, demiş. O halkı tekrar bir araya getirerek tekrar cephe kuracağız, düşmanı kovacağız, demiş. Benim demiş, (köylü) kardeşim Yemen’de öldü! Ben de  sakat kaldım! Gaziyim. Topallayarak yürüyorum…Hem, kardeşimin çocuklarına bakıyorum, hem kendi çocuklarıma, demiş. On beş horantayım, demiş…Ben bunlara bakmaya mecburum, demiş. Paşa, benden hiçbir şey bekleme! demiş. Yani, ‘seni askere  alırım,’ anlamında, öyle bitirmiş… E peki, demiş, Samsun’da da ben İngiliz Askerini gördüm, demiş. Buraya gelirlerse ne yapacaksın? Benim tarlamın hududuna gelinceye kadar hiçbir şey yapmam, demiş. Bir kurşun onlara sıkarım, bir kurşun kendime sıkarım, demiş.

Neyse, dönmüşler... Atatürk demiş ki yaverine; Abbas Beye. Ben bu Adamın söylediklerinin hiç birine inanmadım, demiş. Nasıl? Göreceksin, demiş, ben bu orduyu kuracağım, kendi de gelip, bizim ordumuza hizmet edecek, demiş.

Aradan zaman geçmiş…’Sakarya Harbi’ bitmiş, artık köylüler, kağnılar bir tepeden meyil aşağı geliyorlar…Cephane götürmüşler kağnılarla. Atatürk,  Topal bir Adam görmüş, aksayarak yürüyen! Yahu Abbas, demiş, bak bakalım bu Adam kim?.. Bakmışlar ki, o tarlada gördükleri Adam! Yani, Atatürk’ün ne kadar uzak görüşlü  olduğu anlaşılır böylece…

Merzifon’da bir Amerikan Koleji vardı. Bunlar rahat durmamışlar!.. Orada iki Ermeni öğretmeni, (bunların öğretmeni) o civarı dolaşmışlar, bir ‘Pontus Cemiyeti’ kurmuşlar gizlice!.. Köy köy dolaşarak, halkı tahrik ediyorlar; Pontus Devleti kurulması için! Demirci Hayri Toydemir; o zaman paşa da değilmiş; buna haber vermişler. Atatürk burayı tetkik edecek, içerde ne bulursanız tespit edin, alın, diye…Ve bu evrakları bulmuşlar; Pontus Cemiyeti’nin gizli evraklarını!.. Müdürün adı Gorge White Suçlu o!..Tabi, ‘baş suçlu.’

Efendim, buranın kapatılmasına karar verilmiş. Atatürk ‘Havza’dayken, bunlar da heyet halinde İstanbul’a gitmek için, Samsun’a varmak üzere, Havza’dan geçiyorlar. Orada mola vermiş.

Duymuşlar ki, Mustafa Kemal Paşa orada. Ziyaret edelim, demişler; ziyaret etmişler. Paşa bunları dinlemiş, bu alınan kararı iptal ettirmek için, Padişah’ın yanına gidiyoruz, demişler!

Paşa, hiç sesini çıkarmamış, şoförüne; (onların da  bindikleri arabaları bozulmuş, yolda kalmışlar)  al bunları, Samsun’a kadar götür-geri gel, demiş. Ve Mustafa Kemal Paşa’nın askeri arabasıyla Havza’dan Samsun’a kadar gitmişler. Osman Nuri; Tufan Paşa’nın hakiki adıdır! Havza’da yetişememişler, nihayetinde Amasya da mı, Sivas da mı; emin değilim, Atatürk’ün yanına varmışlar (sonrasında Atatürk’ün yaverliğini yapıyor). Atatürk birinci kongreyi Erzurum da yapmış, Sivas’a gelmiş. Bu sırada Kozan da bir olay oluyor! Kirkor Yaver  diye zengin, muteber bir Ermeni var. Dürüst bir adam. Bunu,  Ali Arık  diye; Remzi Oğuz Arık var ya…O sülaleden birisi. Akşam karanlığında çekip vuruyor!..Bir gün sonra da, evine gidiyor, baş sağlığı dilemeye! Kadın (eşi) Ali, diyor, ben seni kocamı vururken gördüm! diyor! Ortalık karışıyor!..Adam kaçıyor… Adana da Bremend var; Albay. O devir, Kozan da işkal dönemi!.. Tayyar da var. Ermeniler  efendim, diyorlar, bu azmettiren;  (Ali Arık’a  Kirkor’u vurdurtan kişiler için.)  Ellerini, kollarını sallayarak  sokaklarda dolaşıyor, Fransız Kumandanı hiç kimse bir şey yapmıyor, diyorlar. İtham ediyorlar! İtham ettikleri kişiler,  zengin, dirayetli, nüfus sahibi insanlar! Birisi Hulusi Kurtoğlu; birisi Sehlik Zade  Hasan Efendi; öteki Topaloğlu Halil Efendi. Bir de dava vekili Mustafa Sait Üstün. Bunlardan şüpheleniyorlar! Bunlar azmettiren, talimat veren, Ali Arık’ı tetikçi olarak kullanan kişiler, diyorlar. Onlar da, yakalanırsak idam da ediliriz! diye düşünüyorlar. Ve kaçıyorlar… Ali bey en önde kaçmış… Mustafa Üstün ve Erik zade Konya’ya gitmişler.

 

 

 

Galeri


Dr. Nejat Yaycıoğlu
Dr. Nejat Yaycıoğlu