Sıddık Çeri

Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, kullandığımız; kısacası, yaşama dair her şey bir üretim gerçeğidir.

Tüm bu gayretlerin  arka  planında  yaşananlar  ise (üretim aşamasında), çalışanlar açısından emeğin; müteşebbisler açısından ise; aklın, kabiliyetin, bilginin, cesaretin bileşkesidir. Zenginlik; (maddi-manevi anlamda)  bu olgular çerçevesinde ifade edilir. Çalışmak: ‘kazanmak’ demektir; kazanmak: ‘harcamak-kullanmak –eskitmek –yenilemek, yeniden üretmek-dönüştürmek’  demektir. Böyle olmalı ki;  herkesin bir işi, aşı, parası, amaçları, hedefleri, yarına  dair  umutları, hayalleri olsun.

Tüm bu döngüler, yaşamsallığımızın vazgeçilmezliğidir.

Gerek ferdi, gerekse ulusal – uluslar arası ‘güçlülüğün’ ifadesi de budur. Savaşların galibiyetini de büyük ölçüde söz konusu ‘kriterler’ belirler. Vaka’ların temelindeki gerçekler de budur.

Batı Avrupa ‘Rönesans’la, bilginin farkına varıp,  yüz elli yıl evveline dayanan  ‘sanayi devrimi’ ile zenginliğin doruğuna ulaşmışken, ( Rönesans’ı tetikleyen etmenlerin temelinde  ‘ Batı’nın Endülüs İslam Medeniyeti’nin bilgi mirasının üzerine konduğunu, unutmamak-iyi okumamak gerekir) eş zamanlarda yaşayan ‘ Cihan İmparatoru Osmanlı’ ise, Haçlı Milletler’in tehdidi - taarruzu karşısında soluklanamadığından, kafasını kaldırıp da ‘iktisadi’ kalkınmasını tamamlayamamıştır. Hal böyle olunca, İmparatorluk, ‘tartışılır’ olmaktan kendini bir türlü kurtaramamıştır.

Buradan şuna varmak istiyorum: Eğer ‘iktisadi’ anlamda kalkınmak istiyorsak, önce bilgiyi elde etmeliyiz; beraberinde, donanımlı müteşebbisler yetiştirmeliyiz. Müteşebbisler, ülke kalkınmasının ‘olmazsa olmaz dinamoları’dır. Bu hususta, üzerimizdeki ‘ataletten kurtularak’, Milletçe bir ‘silkinme ve kalkınma’ hamlesi seferberliğini başlatmamız elzem olmakta.

Geleneğinde ‘tarımsal üretim’den ve ‘küçük zanaat’lardan gayri (istisnalar hariç)  ticari anlamda kabiliyeti; bağlı olarak da bilgi birikimi  olmayan Osmanlı dönemi; dolayısıyla  uzantısı olan Cumhuriyet Türkiye’si (şimdilerde  hamle içerisinde),  günümüze değin bu gerçeğin eksikliğini, ezikliğini yaşamış, yaşamaktadır da.

Durumu; Andırın ve Çevresi Çukurova bazında  ele alırsak, Allah vergisi zenginliğimizin nasıl da elimizden  kayıp gittiğini daha iyi görebiliriz. İçlerinde kabiliyeti olup da, imkânlar yaratarak başarılı olmuş iş adamlarımız da yok değil.

Bu sayıda, birikimlerinden istifade edeceğinizi umduğum, örnek bir  müteşebbis hemşerimizi; “Sıdık Çeri”yi sizlere tanıtmak istedim.

 

Geçmişten günümüze,  hayata dair “iz” bırakan kesitleriniz?

Çeri:1967 Kadirli’nin Göztaşı köyü, Karapınar mahallesinde dünyaya geldim. İlköğrenimi köyümde, ortaöğrenimi ise Kadirli İmam Hatip Lisesi’nde ve Pozantı Lisesinde tamamladım.

Liseden sonra kader bizi İstanbul’a sürükledi. İstanbul’da ağabeyim vardı. İstanbul’da bir müddet garsonluk yaptım. Garsonluğun dışında, başka işlerde de çalıştım. Bu esnada enteresan bir gelişme oldu. Çalıştığım işyeri adına bir firmaya tahsilata gitmiştim. Firmanın muhasebe yetkilisi bana:

“ Fatura açık mı, kapalı mı olsun? “diye sordu.

Ticari deneyimim olmadığı için, Muhasebecinin ne demek istediğini anlamamıştım:

“Bilmiyorum,” dedim.

Bayan muhasebeci kendisiyle alay edildiğini sandı,  güldü!..Mesele anlaşıldıktan sonra, ben çok mahcup oldum; yaşananı gurur meselesi yaptım ve o akşam bir muhasebe kursuna yazıldım. Azimle çalıştım, neticede muhasebeyi öğrendim.

Sonra,  askere gittim. Askerlik dönüşü  yine çalışmaya başladım. İşçi olarak çalışmak beni tatmin etmiyordu. Hayalimde, mesleğimle ilgili bir işletme açmak vardı. Ağabeyime durumu açtım, iş kurmak  istediğimi, bunun için sermayeye ihtiyacımın olduğunu söyledim. Ağabeyim  düşüncemi anlayışla karşıladı, talep ettiğim miktarda  işletme sermayesini de verdi.

Bu arada, Adapazarı’ndan bir arkadaşım ziyaretime geldi. Arkadaşıma:

“Ben iş kurmak istiyorum, bir önerin var mı?” diye sordum.

Arkadaşım bana:

“Benim çalıştığım işyeri satılık, düşünürsen, aracı olurum,” dedi.

Çalıştığım işyerinden on beş gün izin alarak, Adapazarı’na gittim. Maksat, bu süre içerisinde işletmenin potansiyelini görmek istiyordum. İşletmede bir hafta garson olarak çalıştım. İşletme kazanıyordu, hoşuma da gitti. Yol boyunda işleyen  bir tesisti.

İstanbul’a döndüğümde, çalıştığım iş  yerinden ayrıldım. İşletmeyi iki arkadaş  32 milyona devraldık.  On altı milyonunu peşin, on altı milyonunu da takside bağladık. Bir yıl çalıştık, güzel paralar kazandık. Borçlarımızı da ödedik. Otoban çalışması yapılıyordu, bir yılın sonrasında  otobanın hizmete girmesiyle, haliyle işlerimiz düştü. İşletmeyi sattık ve ben İstanbul’a geri döndüm.

Çok genç yaşta müteşebbis olmam, çevremdeki insanların dikkatini çekiyordu. Seviliyordum da. Hatta bir gün, yaşlı bir adamın anlımdan öperek, beni tebrik ettiğini hiç unutamam. Bu olayın  bende müthiş  tesiri olduğunu  söyleyebilirim.

 

Şimdi, İstanbul’un en işlek semtinde, Mecidiyeköy’de  bir işletmeniz var?

Çeri: Evet. 24 yıldır Mecidiyeköy’de ikamet etmekteyim. Şimdiki işletmeyi devralmadan önce eşe-dosta, çevremdeki diğer insanlara sordum, fikirlerini aldım. Bana:

Burası pek iş yapmaz” dediler. Ama ben potansiyeli görüyordum..Geçmiş deneyimlerimden yola çıkarak  kararımı verdim, işletmeyi devraldım.

Anladığım kadarıyla sizin asıl sermayeniz inancınız, birikimim iniz ve cesaretiniz?

Çeri: Bir işe ’başarmak’ gayesi /inancıyla yaklaşırsanız, mutlaka başarırsınız…

İstanbul’da iyi bir çevrem  vardı; onların  desteğini  çok gördüm. Başarmalıydım;  çünkü sıfırdan gelen bir adamdım. Başkaca şansım yoktu zaten. Başarılı olmak, bir ‘mecburiyetti’ benim için.

Çok çalıştım... Kapı kapı dolaşarak, işletmemi tanıttım. Müşterilerimin zevk ve damak tadını anlamaya ve uygulamaya çalıştım. Başarılı da oldum. Müşterimle, işletmeci-müşteri ilişkileri  değil de; dost-arkadaş çerçevesinde münasebetlerimiz gelişti.

Bu sektörde eğer, içten-samimi tebessüm etmesini bilmiyorsanız, ‘ilgili’ görünmüyorsanız; kısacası, kalbi davranmıyorsanız, asla başarılı olamazsınız. Demin sermaye meselesini hatırlattınız; bunları da hesaba katmak gerekiyor. Her ne şartlarda olursa olsun, bir gün-bir an dahi olsa, müşteriye surat asmamalısınız. Müşteri hemen hisseder ve rahatsızlık duyar! Samimiyetiniz varsa, nedenini sorar, anlamaya çalışır. Bizim işlerimizde müşteri memnuniyeti, sadece damak zevkinden ibaret değil.

Müşterilerim işletmeyi kendi mekanı gibi bilir, öyle rahat ederler. Misafirlerini de rahat ettirirler. Bu işin görünen yüzü böyle; bizden tarafı ise, gerçekten zor. Çoğu zaman geceniz-gündüzünüz olmayabiliyor. Tatiliniz-dinlenmeniz olmayabiliyor. Kaliteyi -standardında aynı ayarda tutmanız gerekiyor. Malzeme seçimi de çok önemli. İnsana dayalı bir durum var ortada; aşçı değişir, işçi değişir; ama siz işinizi iyi bilmek durumundasınız. Kimi zamanlar  aşçının,  kimi zamanlar, garsonun yerine geçmek durumunda kalabiliyorsunuz. Bu meslekte işçi tutabilmek çok zor.  Çok yorulursunuz. Hele işi de bilmiyorsanız, vay halinize…


Lokanta İşletmeciliği tercihiniz mi; yoksa şartların getirdiği bir durum mu?

Çeri: Şartların getirdiği bir durum” desek yerinde olur. Muhasebecilik gibi masa başı işler de yaptım ama, ‘haz’ almadım; çünkü enerjiktim, hareketli işlerden hoşlanıyordum; işimi buldum, çok şükür memnunum.

Bir örnek vermek istiyorum: bir gün hemşerim olan emekli hâkim Kemal Şentürk  Beyefendi  dükkanıma geldi, oturuyor. Tam iş saati ve ben çok hareketli çalışıyordum. Beni uzun süre  dikkatle izlemiş. Hareketlilik azalınca, Kemal Beyin yanına vardım. Bana:

“Oğlum, seni uzun süre dikkatle seyrettim. Bu Allah vergisi bir kabiliyet. -İşini iyi yapıyorsun- güler yüz gösteriyorsun- yakından ilgileniyorsun.” dedi. Ben de:

“kemal Ağabey, bu benim işim- ekmeğim, işimi iyi yapmak zorundayım. Böyle olmazsam, ‘var’ olamam” dedim. Çünkü, buraya gelen para veriyor; haklı olarak hizmetten memnun kalmak ister” dedim.


Hep güler yüzlü ve sempatiksin. İşiniz gereği mi ; yoksa tabiatınız mı böyle?

Çeri: “ Teveccühünüz. İnsanları seviyorum! İçim neyse, dışım da o…İşletmeme gelen her müşteriye aynı mesafede yaklaşırım. Ayrım yapmam.


Kendinize zaman ayırabiliyor musunuz?

Çeri: “Nerde..Pek sayılmaz. Zihnimi- bedenimi dinlendirebilmek için, haftada üç gün spor yapıyorum. Zindeliğimi biraz spora borçluyum. Haftanın bir gününü aileme ayırıyorum. Ailem, zaman kıtlığını anlayışla karşılıyor. Sağ olsunlar. Fedakarlığından dolayı, özellikle eşime çok teşekkür ediyorum. Çünkü, başarımda O’nun payı  çok büyük.


Bir işletmeyi ayakta tutabilmek, kolay olmasa gerek?

Çeri:“Hüsnü Bey, ben en büyük sıkıntıyı insan kaynağından çekiyorum. Köyümden, akrabamdan, çevremden bir çok insanı istihdam ettim, iş verdim. Lokanta işletmeciliğini hem tempolu buldukları için; hem de gelecek vaat etmediği düşüncesiyle, sabırsızlık gösteriyorlar. Kısa süreli çalışıp, sonra ortadan  yok oluyorlar. ‘Bir meslek edinip, ticaret yapmak’ gibi kaygılar taşımıyor çoğu. İş öğrenmek, işletme kurmak, sabır-sebat ister. Bir işi öğrenmeden müessese kuramaz, iş yapamazsınız. Eğer sabır gösteren, güvenilir çalışanlarım olsaydı, işletme zinciri kurardım. Asıl olan sermaye: insan kaynağıdır. İstediğiniz kadar paranız olsun. İşletmeyi yönlendirecek adamınız yoksa, hedef koyamazsınız, cüce kalırsınız.


İşinizi büyütmeyi hedefliyor musunuz?

Çeri: “Elbette… Ticaret  yapanın rüyası bu.  Ben, iş yapmanın hazzını yaşayan biriyim. Üretiyorum, satıyorum, ailemi geçindiriyorum, işçimi geçindiriyorum, devletime vergimi veriyorum. Keşke işimi daha da  büyütebilsem,  daha çok insana ekmek kapısı açabilsem, daha çok vergi verebilsem. Bu bir ‘paylaşımdır’ aslında…Emeğin  paylaşımı. Ben ne kadar patron gibi görünsem de, birikimim, bir şekilde piyasaya geri dönecektir/dönüyor da. Bunu  ben yaparım, benden sonraki kuşaklar yapar. Sermaye dolaşır durur…


Ekonomik olarak doyuma ulaştınız. Bunun ötesinde  başka bir şeye açlık/özlem duyduğunuz oluyor mu?

Çeri: “Maddi anlamda ‘çok kazanmak, zengin olmak,’ bazen tatmin etmeyebiliyor insanı. Başka arayışlara yönelme ihtiyacı hissediyorsunuz. Mesela; toplumsal sorumluluklarınızı hatırlıyorsunuz. Sosyal ihtiyaçlara  yönelme gereğini  duyuyorsunuz. Bu bağlamda hemşerilerimle birlikte olmayı, hasret gidermeyi, acı- tatlı günlerinde birlikte  olmayı, duygularını paylaşmayı özlüyorum. Hemşerilerimin daveti ve taktiri ile ‘Andırın ve Köyleri Kalkındırma Derneği’nde aktif görev aldım, hoş bir duygu  yaşadığımı söyleyebilirim! Derneğimizin pasif halden aktif hale getirilmesinde, olağanüstü gayretleri olan değerli  hemşerimiz, Kağıthane Kaymakamı Sn. Ahmet NARİNOĞLU’na  teşekkür etmeden  geçemeyeceğim. O bizim ağabeyimiz, yol göstericimiz,  duayenimiz konumundadır. Bu anlamda kendisine müteşekkiriz.


Bu şehirde nasıl tutunabiliyorsunuz (ticaret anlamında)?

Çeri: Her şeye pozitif yaklaşan biriyim. Bir şeyin (hayatın),  iyi tarafını görmeye çalışırım..İnsanlara güven verirseniz, samimi  diyalog  kurarsanız, karşılığını alırsınız. Korunup,  kollanırsınız da. İşiniz de aşınız da tatlı olur.


Peki, memleketinizde memur olmayana kız veriyorlar mı?

Çeri: “Gülüşmeler… Hatta biz; hanımla, evlenmeye karar verdiğimizde, kaynanam  kızına:

Aman kızım  herkesin  kızı  okur;  işte mühendise varır, doktora varır, öğretmene varır; sen de bula bula  lokantacıyı mı buldun” der. (gülüşmeler…)

Tabi, zaman içerisinde durum değişti. Hal bu ki, ülkemizin kalkınmasında, müteşebbislerin çok önemli rolü vardır. Biz tarım ve göçebe kültüründen geldiğimiz için, ticari birikimimiz olmamış. Müteşebbisler, bu ülkenin lokomotifidir. Üreteni, satanı, gelir getirenidir. Yeterince memur yetiştirdik, biraz da müteşebbis yetiştirelim.

 

Dükkana girdiğimde edindiğim ilk izlenimim, sizin güler yüzünüz,  yemek zenginliği, mekan zenginliği ve Klasik Türk Müziği yayını?

Çeri: Doğru bir tespit olduğunu söyleyebilirim. Çok müşterilerim de benzer şeyler söylüyor..

Müşteriye karşı güler yüzlü olmak zorundasınız. Yemediğim yemeği,  asla müşterime yedirmem. Müziğe gelince; ‘olumlu’ tepkiler alıyorum. Sadece çorba içip ‘Klasik Müzik’ dinlemeye gelen müşterilerim var.  ‘Kalite’ anlayışımızın bir parçası; çok da mutlu oluyorum.