Sadık Çalıkoğlu

Sadık Çalıkoğlu kimdir?

 

Andırının Akgümüş Köyünden Kaya Yusuf oğlu Sadık Çalıkoğlu. 1926 olarak kayıtlanılsa da normalde 1929 da Andında doğdum. Dört kardeştik bir kardeşim hala hayata. Geçliğimizde sıkıntı çekmiş olsak ta zaman geçtikçe rahatladık. 1940lı yılların güçlü delikanlısı simdiler de 19 torunlu bir dede haline geldi. 1944 yılında askere gittim. Benim abim dört sene askerlik yaptı. Ben 24 ay yaptım. Resmi belgelere 36 ay işlendi. Benim şansıma indirimden yararlandım. Erzurum’da yaptım. Askerde çok zorlular çektim. Hava şartlarından dolayı.

Bu arada nasıl Andırına geldiğimizi anlatayım. Biz Erzurum’da yaşıyorduk. Birinci dünya savaşı çıkınca Ruslar Erzurum’u işgal etti. Bunun üzerine, öküz arabalarıyla yıllar süren yolculuk şeklinde Sivas’a göç ettik. Şehre vardığımızda duyduk ki Ruslar Erzincan’a kadar gelmiş. Buraya kadarda kısa zaman içinde gelir. Biz en iyisi Anadolu’ya biraz daha göç edelim. Oradan da göç edilip Göksun’a kadar geliniyor. Soruyorlar buralarda boş köy var mı yok mu diye. Öğreniyorlar ki Gebenin girişinde iki köy boşalmış. Biri ermeni köyü, diğeri ise Bunduk Köyü. Benim ailem Bunduk Köyü’ne yerleşiyor. İki sene sonra oranın havasından dolayı tifo hastalığı yayılıyor. Ve gelenler Rusların geri çekildiği haberini alınca, eski köylerine dönmek yola çıkar. Babam ve diğer bir aile imkansızlık yüzünden göç edemiyor.

 

Bir Anadolu köylüsü olarak geçmiş ile şimdiki zamanı bir kıyaslar mısın. Eksi yaşamlar mı güzeldi şimdiki yaşamlar mı, daha güzel? Arasındaki farkları bir söyler misin? Ne gibi farkları var?

 

Andırın’ın Akgümüş Köyünde Kara Yusuf’un oğlu Sadık Çalıkoğluyum. Buradaki yaşantımızı söyle anlatacağım. Eskiden tüm ülkede kara yolculuğu ile çok sıkıntılar çekiyorduk. Şimdi ise yeni ulaşım koşulları geliştiği için zorluklarımız azaldı. Bu zorluğun azalmasının da biz zararını yaşıyoruz. Eskiden yol arasındaki gidiş gelişlerde, komşularda kalırdık. İnsanlara aramızda bir dostluk oluşurdu. Bu ortadan kalktı. Günümüzde rahatlığımız var ama bu tür dostlukları kaybediyoruz. Pek avantaj olmadı bizim için. Akgümüş Köyünün eski adı Bunduk. Büyüklerimizden duyduğumuza göre, Sisne Köyünde Tapaç Hoca adında bir büyük yaşlı adam varmış. Köyümüzde de bazen imamlık yaparmış. Onun sohbetlerde anlattığına göre bunlar Ermenilerle iç içe yaşarlarmış. Bu arada Avşar Aşireti yazın Binboğa yaylalarına çıkarmış. Güzünde Çurla’ya göç ederlermiş. Bizim köyümüz geniş bir ova olduğu için, Geben ovasındaki ziraatların hepsi hasalete (haraç)  gidermiş. Bu sıkıntılara dayanamamışlar, bunların önüne geçilememiş. Bunlara karşı çıkanları döverlermiş. Bu sıkıntıyı gidermek için Maraş Beyazıt beylerinden Osman paşa varmış.  Buna müracaat ediliyor. Bu paşa buraya geliyor. Buraları kontrol ediyor. Bunları korumak için buraya bir manga asker gönderiyor. Burası geniş olduğu için askerler hayvanlarını boş yerlerde otlattırıyorlarmış. Askerler bu hayvanları güttürüyorlarmış. Bu askerler baharda Haldır beline çıkarlarmış. Bir manga asker kışla yaptırıp orda yaşarlarmış.  Bu askerler baharın gelen aşireti Meyveltir belinden Göksun yaylasına aşırıyorlarmış. Yani ziraata hiç zorluk göstermemişler. Meyveltir belini aşırdıktan sonra Andırına aşağı indiriyorlar. Burada yaşayan Ermeniler ve Müslümanlar çok rahatlıyor. Paşa sonra burayı ziyarete geliyor. Gebenin karşısında Gümüşoluk diye yayla var. Oraya gelip paşa konaklıyor. Paşa bölgeyi gezmeye başlıyor. Paşa tutuyor bölgeyi iki kısma ayırıyor. Benim yaşadığım ve etrafındaki diğer üç köyün yaşadığı alana Geben ovası adını veriyor. Sınırları çizdirdikten sonra, kendi adına özel idareye kayıt altına aldırıyor. Etrafta yaşayan köylüler Paşanın bu davranışı ve ilgisinden dolayı Paşaya et, süt, yağ gibi hediyelıer veriyorlar. Bu hediyeler gide gele vergi şeklinde haraç olmaya başlıyor. Osman Paşanın haraç almaya başlamasından dolayı bu sefer Ermeni’si ve Müslüman’ı çok sıkıntı duyuyor. Sisne Köyünde Dede isminde bir önder varmış. Bu adam etraftan insanlar toplayarak Paşanın yaptırmış olduğu kışlaya saldırıyor. Bu saldırı sonuçu etrafı sarılı olan kışladaki askerlere deniliyor ki, “ya bu bölgeyi terk edersiniz ya da sizi de bu kışlayla birlikte yakarız.” Askerler silahlarını alıp bölgeden çekiliyor. Bu sıkıntı üzerlerinden kalkıyor. Köylüler bu kışlayı sonradan yakıyor. Askerler Maraş’a gidip bu durumu anlatınca; Paşa üç tane hafiye yollayarak, Diyor ki “Bu Dede isimli şahsı kuytu bir yerde yakalayıp getirin.” Ajanlar Dede’yi sohbet sırasında konuşurken buluyor. Sohbete katılıp onlarla konuşuyorlar. Sonra etraftaki insanlar çekilince, Dedeyi kıs kıvrak yakalayıp getiriyorlar. Ajanlar gizli, az kullanılan yollardan geçerek, adamı Paşaya götürüyor. Paşa, “Önüne kömürlerden ateş yakıp, bi odaya kapatın.” diyor. Bu sıkıntı köylülere daha ağır geliyor. Artık bu Paşanın soyunu, sülalesini buraya sokmuyorlar. Zaman içerisinde Paşa ölüyor ve geriye üç oğlu kalıyor. Süleyman Bey, Kenan Bey, Osman Bey. Kenan Bey padişah katibiymiş. Burada bir ermeni kızla beraber çalışırmış. Çalışma esnasında kızla aşk yaşamış. ‘Bu arada Ermeniler kurnaz olur’. Kurnazlıkla paşanın oğluna ‘o kadar malın var. Bana bi tanesini hediye et’ diyor. Kenan Bey o zaman, ‘babamın bi ovası vardı. At otlatma ovası. Bu arazide hissem var. Orda ki hissemin bir kısmını sana veriyorum’ der. Ve bi plan yazıp Andırına gönderir. Bu kız ve üç evladın üzerine arazi intikal eder. Zaman geçer, Atatürk iktidara gelince, tapulara kayıt hakkı tanınır. Bunun üzerine Ermeni Karısı ve yakınları planı uygulamaya koyar. Tüm ermeni köyleri Atatürk zamanında boşaltılır ama, kadın elindeki belgelerle tapuyu üstüne çıkartır. Bu malın sahibi olur. Köylüler bunun üzerine tekrar baş kaldırır. Baş kaldırınca bu beylerin soyundan Hasan bey diye biri vardı. Hasan Bey üç kardeşten diğer ikisinin de o topraklarda ki hisselerini kendi üzerine geçirir. Arazi tespitleri sırasında köyüler bunlara saldırır. Kesif ekibinde bulunan hakim ‘derdiniz ne bana söyleyin ben hakimim’ der. Köylüler ise bunlar bizim babamızın malını bizden alacak. Diye yakınırlar. Sonuç olarak arazinin 3/1 i hazireye geri kalanı ise Hasan ve Süleyman beylere paylaştırılır.

 

Köylü olmakla, şehirli olmanın anlamı nedir? Yaşam kalitelerini eksiler ve/veya artılar olarak değerlendirir misiniz?

 

Şehirli olmak köylü olmaktan daha üstündür. Köy hayatı insanları daha çok yıpratır. Köylüler çok çalıştıkları için çok yıpranıyor. Köylüler çok çalışıyor iş güç çok fazla. Şehirlilerin yaşamları daha rahat tabi ki! Masraf açısından şehirlilerin yaşam şartları daha zor. Daha çok masraf yapıyorlar. Köylüler eskiden mahrumiyetteydi ama gelişmeler sayesinde daha sosyalleşti. Şehir hayatı kaliteli olmakla birlikte, şehirlerde rahatlık parasal rahatlıklara bağlı.Köylü söze yatkın, insanlara yakınlık gösterdiğinden dolayı efendi olarak görülmüş. Köylülere değer verilmiyor. Andırın mahrumiyet bölgesidir. Yetkililer ve Andırınlılılar kurdukları dernekler vasıtasıyla bölgeye dikkat çekti. Bu dernekler vasıtasıyla Andırınlılar seslerini şehirlere ulaştırdı. Bu yüzden çok teşekkür ediyorum bu amaca katkı sağlayan herkese. Ancak bu çalışmaların gelişerek devam etmesi gerekiyor. Bu fırsat değerlendirerek Andırına ve yaşayanlarına katkı sağlanması gerekir. Maraş’ın ilçeleri arasında Andırın geride kalmış durumdadır. İş başındaki hemşerilerimizin üst düzey yetkililere sorunları bildirip Andırın Halkına yardım etmelerini istiyoruz.

 

AB Türkiye’de çok fazla köylü var. Köylü sayısı azaltılmadan AB’ye giremezsiniz, dedi. Sadık Amca köylülerin sayısını azaltmak doğru mu?

 

Köylülerin sayısını azaltmak, Türkiye’nin AB’ye daha çok bağımlı olmasını sağlar. Çiftçiye, köylüye yardım olmazsa ülke ekonomisi daha çok ithalatla borçlanacak.

Andırın’a dışından gelen hiçbir yatırım yok. Buğday, mısır, nohut ve az miktarda fıstık yetiştiriliyor. Köylünün ticaret yaptığı yerler küçük ve orta ölçekli tüccarlar ve devlet. Andırın Gelişme göstermiyor. Andınrın’ı geliştirecek olan çözüm, büyük şehirlerle olan bağlantıları olur. Yol olmazsa asla gelişemez. Adana-Kayseri yolu bağlanırsa Andırın gelişme sağlar. Yollar damarlar gibidir. Damar olmazsa kan akacak yol bulamaz ve beden ölür. Gelişme için yol lazım. Andırın sadece Maraş’a bağlı. Kayseri ye Adana gitmek için Maraş’a gitmek zorundayız. Aslında yol yapım girişimleri oldu ama hep yarım bırakıldı. Yol geçecek güzergah mevcut. Benim köyümden Andırın’a 30 Km yol var. Andırın ve Maraş arası 90 Km. Köyümün etrafında Geben Kasabası, Sisne, Altunyayla, Akgümüş, Kargaçayırı köyleri bulunuyor. Bu köyler çok mağdur. Hastamız olduğu zaman Andırına götürmek zorunda kalıyoruz. Fakat Andırın’a götürmek te çare vermiyor. Çünkü koskocaman hastanede teşkilat yok. Hariciyenin bir doktoru var. Doktorumuz sadece durum tespiti yapıyor. Maraş’a ya da Adana’ya sevk ediyor. Varın gerisini siz düşünün. Hastaneye ulaşana kadar hasta zaten heder oluyor. Köyüm Göksün ve Andırın arasında kalıyor. Bu sayede Göksün veya Andırın yolu üzerinden Maraş’a ulaşabiliyoruz. Köy içerisinde ulaşım fena sayılmaz. Normal. Dört köyün Maraş’a bağlanmayası için Seğ Yaylasından Yenidemir köyüden giden orman yolu var. Valilik yolun bir kısmını açtırdı. Fakat kayalıkla karşılaşılınca iş yarım kaldı. Çünkü kaya kırma makinesi getirilmedi. Yolun tamamlanmasına beş yüz metre mesafe kala yol yarım bırakıldı. Açılan kısım ise, bir sene önce Kahramanmaraş encümeni Fatih Pakgöz’e durumu anlattım, yardımı ile yol kayalıklara kadar açıldı. Bu yol açılırsa hastamızı veya aksayanlarımızı Maraş’a götürmek için 120 KM gitmek yerine 50 Km gideceğiz. İşlerimizi rahatlıkla halledebilmek için yolun açılması gerek. Konuya önem verilmesini yetkililere duyuruyoruz. Köylü saygısından dolayı efendi ama, aslında köylünün yaşadığı sıkıntılar yüzünden efendilik kavramı sadece lafta kalıyor. Köylü orta çağ sıkıntılarıyla boğuşuyor. Köylünün bu basit sıkıntısının giderenler asla köylünün aklından çıkmaz. Fatih Pakgöz hiç unutulamadı, kim yardım ederse asla unutulmaz.

 

Köy kültüründen, ekonomisinden ve sosyal yaşamlarından biraz bahseder misiniz? Şimdilerde, sizin zamanınızın oyun ve eğlenceleri geçerliliği var mıdır; yoksa televizyon, bilgisayar gibi teknolojilerin esiri mi oldular?

 

Ben gençken büyük küçük saygısı vardı. Şimdi bu durum bozuldu. Şimdi gençler yaşlıları sevmiyor, saygı duymuyor. Eskiden çok yoğun saygı vardı. Eskiden bir iş yapılacağı zaman toplu hareket edilirdi. Şimdi ise işler kişiler kendi kafasına göre yapıyor. Bu sorun da geri kalmanın nedenlerinden bir tanesi. Eskiden para daha kıymetliydi. Paramız olmasa da masrafımızda olmuyordu. Çok daha az sosyaldik. Simdi işe masraf çok fazla oluyor her alanda. Fenni işler sayesinde köylüler biraz daha rahatladı. Köylü çok kazansa da, daha fazlasını o malı toplamaya harcıyor. Yani fark eden bir şey olmuyor. Eskiden buğday, mısır, nohut hepsinden bol şekilde üretilebiliyordu. Şimdi ise mısır da nohut ta ekilmez oldu. Bir buğday üzerinde duruyoruz. Bu gelişmeleri engelleyen susuzluk. Bahsettiğim Geben Kasabasının yanından geçen Akçay var. Bunun önü göl yapılsa su sıkıntısından eser kalmaz. Köylünün tarımı daha gelişir. Hayvanları daha çok gelişir. Hayvancılık, daha hakim bölgemizde. Hayvanların yem besin gibi ihtiyaçları daha kolay giderilir. Hayvancılık sektöründe kooperatiflerimiz var. Hayvanların sütünü satıyoruz. Seksen haneli köyde binden fazla hayvan var. Hepsi büyükbaş hayvanlar. Koyunculuk yapılıyor ama su olmadığından iyi yapamıyoruz. Susuzluluk ve yolsuzluk hayvan besiciliğini engelliyor.

Eskiden köy toplanınca düğünlerde ateş yakılırdı. Güreş tutulur, oyunlar oynanırdı. Bunlar kalktı. Şimdi modern müzikle düğünler standartlaştı. Daha rahat ve huzurlu bir yaşam vardı. Şimdi kavgalar soğukluklar oluyor. Büyükler gençlere güç yetiremediğinden dolayı gençler, büyüklerin sözünü alaya alıyor. Eskiden çocuklar daha çok kendileri ürettikleri oyunları oynardı. Şimdi ise sadece şehirlerden öğreniyor, futbol basketbol gibi oyunlar oynanıyor.

 

Andırın, bereketli topraklara sahip olmasına rağmen, ekonomik gelişmeyi yeterince sağlayamamış. Bu durum, ‘göç’ün ana sebebi midir yoksa, ortada insanlarımızın ticari kabiliyetimizin olmamasından kaynaklanan bir durum mu vardır? Yani ticaret kültürümüz mü yok?

 

Doğal şartlar olarak her şeyimiz mevcut. İmkansızlık ve bilgisizlikten dolayı doğadan köylü gelişmesini sağlayacak ölçüde faydalanamadı. Bu yüzden geçim sıkıntısına düşenlerden, imkanı olanlar şehirlere göç etti. Aynı zamanda ticaret kültürümüzün olmayışı da bu durumu katmerleştirdi. Bu iki sebep göçe katkı sağladı.

 

Komşuluk ilişkileri, yardımlaşma, özveri ve güven, iletişim gibi duygular hala geçerliliğini korumakta mı; yoksa aşınmakta ve/veya aşınmaya yüz tutmakta mıdır?

 

Eskiden teknolojik imkanlar olmadığı için insanlar daha sık yüz yüze iletişim kuruyordu. Bu sohbetler sayesinde iyi ilişkiler doğuyordu. Simdi ise herkes TV başında putlaştığı için kimsenin kimseden haberi yok. Eskiden yardımlaşma daha çoktu. Buda insanların yaşamını kolaylaştırıyordu. Simdi ise kim ne kadar parası varsa hemen bankaya koyuyor ve yardımlaşmalar azaldı.

 

Köylüler ne yer, ne içerler? Doğal mı beslenirler? Gündelik hayatları nasıldır?

 

Benim gençliğimde insanlar ne eklerse onu yerlerdi. Dışarıdan bir şey girmezdi. Sadece ara sıra Andırın’a inerlerdi ve oradan da sebze meyve alır gelirlerdi. Şimdi köye günde on tane servis giriyor. Yani İstanbul’da sizin marketlerinizde ne varsa. Bizim ayağımıza arabalarla geliyor. Köylüye zarar veren diğer bir faktörde, eskiden alışveriş erkeklerin elindeydi. Ne alınacağına o kadar veriyordu. Şimdi ise kadınlar alışveriş yapıyor. O kadar önemsenmese de çok büyük zarar veriyor. Eskiden biz kendi yetiştirdiğimizi yediğimiz ve bahçelerimizin sayısı da oldukça fazla olduğundan vücudumuz her türlü vitamini alıyor. Her türlü zorluklara karşı güçlü ve dik durabiliyordu. Simdi ise susuzluk yüzünden bahçecilik yapamıyoruz. Ne varsa dışarıdan alıyoruz. Bu hormonlu ürünler yüzünden eski sağlığımızı da kaybettik.

 

Teknoloji köylüyü tembelleştirmekte midir? Köylü tembelleşiyorsa, gelenekselliğini kaybediyorlar mı?

 

Modern dünyanın teknolojik aletleri köye girdikten sonra köylü kısa sürede tembelleşti. Eskiden çamaşırlar elle yıkanırdı. Sular ısıtılırdı. Uzak çeşmeden su getirilirdi. Süt sağılırdı. Bulaşıklar elle yıkanırdı. Simdi her şey otomatikleştiği için kadınlar yapacak iş bulamıyor. Kadınlar geri kalan vakitlerini döşekte yatar şekilde TV seyrederek geçiriyor. Buda köylerde ki bozulmayı daha da hızlandırıyor. Aslında en önemli sosyoekonomik sorun tüketim çılgınlığı. Eskiden köye kimse uğramadığı ve insanlar yeni çıkan ürünlerden haberi olmadığı için, bir çorap ve yırtık bir kazak ile günlerini geçirirdi. Şimdi ise TV’lerden etkilenen kadınlar ve çocuklar köye gelen seyyar satıcıların yanından ayrılmıyor. Yukarıda da belirttiğim gibi günde on sefer yapan seyyar satıcılardan her seferinde küçücük bir şey alınsa bile ay sonunda fatura çok yüksek çıkabiliyor. Gerçekte köylünün ekonomik sorunu diye bir şey yok. Tüketim çılgınlığı olmasa, köylü kısmı da İstanbul’da çocuklarını okutacak paraya sahip olur. Bu tüketim çılgınlığının yol açtığı israf aynı zamanda evde çok büyük huzursuzluklara sebebiyet veriyor. İslam’da israf haramdır, haram gözetilmediği sürece de sorunlar büyür.

 

Andırın’da yaylacılık ve konar-göçer yaylacılığı hakkında gözlemleriniz, düşünceleriniz, önerileriniz?

 

Aşağı Andırın önceleri yukarıya yaylacılığa hayvancılığa çıkardı. Şimdi arabalarıyla bile çıkmıyorlar. Yaylacılık kalmadı denecek kadar az. Biz zaten yukarı Andırın olarak yaylada yaşıyoruz. Aşağı Andırınlılarda fenni soğutmalar, hayvancılığa olan gereksinimin azalmasından dolayı yaylacılık yapılmıyor. Günümüzde yaylacılığı devamlı yapanlar, sadece Aydınlı aşireti dediğimiz koyuncular. Onlar zirve noktalara çıkarak koyunları güderler. Fakat köylüler oralara çıkmazlar. Ayrıca devlette ormanları tel örgüyle korumaya aldığı için çok ufak bir ova kaldı. Köylünün yaylacılık yapacağı alan kalmadı.

 

‘Kıtlık’ ve ‘Eşkıyalı’ dönemleriyle ilgili, varsa anılarınız?

 

1942’li yıllarda 2. dünya savaşı sıranda ülke de alarm verildiği için her köyün harmanlarına beş memur gönderildi. Köylünün malına el konuldu. Malından sadece kendi karnını doyuracak kadar ürün verildi. Kuraklıkta şartları daha da zorlaştırıyordu.


1935-39’lu yıllarda cinayetler, olaylar sonucunda suçlu olan kişi devlet tarafından yakalanmamak için dağa çıkıyordu. Eşkıyalar dağda hayatlarını sürdürebilmek için köylere ve köylünün geçtiği yolara baskınlar yaparak halkı soyuyordu. Günümüz terör faaliyetlerinden farkları yoktu. Sadece daha küçük çaplıydılar. Çok defa bana da silah doğruldu ve soyulduğum oldu.

 

Düşünmek, üretmek, kazanmak yerine, her şeyi devletten beklemek gibi bir alışkanlığımız var. Bu doğru bir alışkanlık mıdır?

 

Bu alışkanlığa tamamen karşı çıkıyorum.Tamamen yanlış bir düşünce. Köylü tamamen tembelliğinden yapıyor. Kendileri istese birlik olsalar yapamayacakları bir şey yok. Üç kişi bir araya gelip 1 kuruş para ortalığa koymuyor. Bu durum hemen hemen benim çocukluğumdan beri böyle.

‘Köy İhtiyar heyeti’ eskisi kadar çalışıyor mu?

 

En baştan beri dediğimiz gibi eskiden her şey birlikte yapıyordu. Bu birliktelik kopunca hiçbir şey yapılamaz oldu.

 

Andırın coğrafyasında yaşayan yaban hayvanlar ve Göçmen Kuşlar hakkında söyleyecekleriniz var mıdır?

 

Evvelden kartallar, doğan tek tük, turna falan, sulak bölgelere angut diye bir kuş ve ördekler gelirdi. Keklikte vardı. Domuz var. Kurt ve ayı çok az kaldı. Göllerde balıklar olurdu, onlarda göl kuruduğu için kurudu.

 

Galeri


Sadık Çalıkoğlu
Sadık Çalıkoğlu
Sadık Çalıkoğlu